
Emperyalist dünya gericiliğinin içinde bulunduğu açık kriz halinin bir sonucu olarak patlak veren Ukrayna coğrafyasındaki emperyalist savaş, askeri, ekonomik, siyasal boyutu ile emperyalist blokların üzerinde bulunduğu fay hattında her gün yeni kırılmalar yaratarak ilerliyor. Bu gerici savaş taraflarının, Ukrayna başta olmak üzere, dünyanın birçok bölgesinde yaşanan savaşlardaki konumunu meşrulaştırmak için ortaya attıkları hiçbir gerekçe, doğruyu ifade etmiyor ve gerici savaş, emperyalist güçlerin hegemonya krizinin bir sonucu olarak, her gün farklı bölgelere sıçrayarak tırmanıyor. ABD-AB emperyalist bloğu ile Rusya-Çin bloğunun, hegemonya stratejilerine göre “ittifak” kurduğu bölgesel güçler üzerinden, savaşın seyrine göre yeni denklemler kurarak sürdürdükleri çatışma hali, emperyalizmin yapısal çelişkilerinin doğal sonucu olarak cereyan etmektedir. Özcesi bu savaş haksız bir savaştır ve nedeni, Willi Dickhut, un ifade ettiği gibi, “etki alanlarının yeniden paylaşımını zorlayan emperyalist devletlerin eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişmesinden” niteliğini almaktadır. Askeri bilimin klasiklerinden olan Carl von Clausewitz “savaş politikanın başka araçlarla (silahlarla) devamından başka bir şey değildir” demektedir. Ve Lenin, (Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması eserinden) “tüm savaşan güçlerin ve bütün dünyanın ekonomik yaşamının temellerine dayanan verileri birlikte ele alarak ” savaş süreçlerini analiz etmek gerekir diye tespit etmektedir. Yani ekonomik yaşamın temeli, neden sonuç ilişkisi bağlamında, savaş süreci ile birlikte ekonomik yapının alacağı biçim, çelişkilerin mahiyeti ve neye göre çözüme ulaştırıldığı meselesi, bir savaşın ilerici ve gerici niteliğini tayin eder. Emperyalist savaş, ekonominin temeli olan kapitalist mülkiyetin ve günümüz biçimi olan emperyalist yayılmacılığın, sermayenin tarihsel-özgün çıkarlarına göre tıkanan damarlarını açmak için gündeme gelen bir savaştır. Emperyalist talan, sömürü ve hegemonyanın, gerek emperyalist tekeller ve güçler arasındaki rekabeti nazarında ve gerekse de ulusal-sosyal toplumsal dinamiklerin mücadeleleri nazarında engel teşkil eden direnç noktalarını, emperyalist tekel sermayesinin yayılma-büyüme ve merkezileşme amacına göre tasfiye etme savaşıdır. Emperyalist güçler, tekel sermayesinin ulusal ve uluslararası çıkarları uğruna sürdürdükleri savaşlara, “meşruluk” kazandırmak için, ulusal ve sosyal zeminde ezilen yığınların” özgürlük-bağımsızlık, insan hakları, barış” gibi değerlerini kullanması, yanılsamadan öte bilinçli bir siyasettir ve bu siyaset gerici burjuva ideolojik tutumun sonucudur. Lenin yoldaşın ifade ettiği gibi;
“100 kölesi olan bir köle sahibi, kölelerin daha “adil” bir dağılımı için, 200 kölesi olan bir köle sahibine karşı savaşa girişiyor. Açıktır ki bu durumda, “savunma” savaşı yada “anayurdun savunulması için” savaş deyimlerinin kullanılması, tarihsel bakımdan yanlış, ve uygulamada halkın, işin inceliğini aramayan ve belirsiz kimselerin kurnaz köle sahiplerince aldatılması olur. İşte bugünkü emperyalist burjuvazi, köleliği sağlamlaştırmak için, köle sahipleri arasındaki savaşı, “ulusal” ideoloji ve “anayurdun savunulması” gibi sözlerle halka yutturmak istemektedir” (Lenin, Sosyalizm ve Savaş)
Kapitalist Kriz, Dünyanın Yeniden Paylaşılması, Emperyalist Hegemonya Ve Emperyalist Savaş!
ABD hegemonyasındaki emperyalist süreç, COMECOM (Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) ve Sovyet “sosyal emperyalist” bloğunun açık dağılması ile birlikte “birleşik bir dünya pazarının oluşturulması” ve “tek kutuplu dünya” hayali ile, kapitalizmin bakiliğini ilan etti. Kapitalizmin yapısal iç çelişkilerine aykırı olan bu doktrin, yaşanan süreçle birlikte iflas etmiştir. Kapitalist üretimin ulusal ve uluslararası alanda yeniden üretimi ekseninde gelişen bu süreç, sermayenin uluslararası tekelleşme boyutu ile, o güne kadar var olan emperyalist dünya düzeninde önemli değişimler yarattı. Bu değişim, emperyalist dünyanın daha da vahşileşmesi trendine göre yaşanan bir değişimdi. Emperyalist ülkeler ve uluslararası merkezileşen sermaye tekelleri, yeniden dizayn edilmeye çalışılan dünya pazarı üzerinde daha kapsamlı bir rekabete tutuştular ve tekeller arasındaki rekabet, dünya ölçeğinde kapsamlı bir yıkımı beraberinde getirdi. Tekeller arasındaki rekabet, dünya pazarında “yeni” aktörler olarak vazife alan emperyalist güçlerin (Çin, Rusya gibi) boy göstermesi, bölgesel güçlerin emperyalist talan ve dalaş ortamında kendilerini güç olarak ortaya koymaları, kapitalist sistemin eşitsiz gelişme yasasının ortaya çıkardığı ekonomik-siyasal çelişkiler, sermayenin yayılma-büyüme ve merkezileşme hareketi, pazar ve artı değer sömürüsü üzerinde dalaş halinde olan emperyalist güçler arasındaki bloklaşma ve çatışmaya daha derinlikli bir boyut kazandırmıştır.
2018 yılında başlayan emperyalist dünya ekonomisinin ekonomik ve mali krizi, pandemi süreci ile birlikte farklı bir boyut aldı ve 2020 yılı ile birlikte emperyalistler arasındaki rekabeti kızıştırdı. ABD hegemonyasındaki emperyalist sürecin yanılsaması olan “tek kutuplu dünya ve tek süper güç”, açık emperyalist bloklaşma realitesi ile dalaş ve çatışmalar haline yerini bıraktı. Rusya ve Çin’in ekonomik-siyasal-askeri olarak bu emperyalist dalaşta rol alması ile, “çok kutuplu dünya” gerçeğinde, emperyalist güçler arasında yaşanan çatışmalar, bölgesel denklemlerde sürmekte olan savaşlarla karşılık bulmuştur. ABD-AB emperyalist bloğu ile Çin-Rusya emperyalist bloğu arasındaki gerilim hattı, bölgesel güçleri de kapsamına alarak, kıyasıya rekabet ortamında tüm gelişmeleri domine etmekte ve emperyalistler arasındaki çelişkiler, “çok kutuplu” dünya gerçeğine göre, somut olarak savaş ve çatışma araçları ile vuku bulmaktadır. Kısaca, bugün Ukrayna üzerinde süren ve savaşın gidişatına göre, Ortadoğu, Azerbaycan-Ermenistan, Kırgızistan-Tacikistan arasında yaşanan askeri çatışmalarla farklı coğrafyalara yayılma trendi taşıyan savaş, emperyalist savaştır.
Emperyalist Güçler, Tüm Askeri-Politik Adımlarını Savaş Sürecine Göre Planlamaktadırlar!
Uluslararası tekelleşme süreciyle birlikte, kapitalist üretim ve pazar denetimi ilişkisinin yeniden örgütlenmesi babında, karşılıklı ekonomik iç içe geçmeye dayanan “iş birliği” politikası ile rekabeti şekillendirmek, emperyalist güçlerin temel politikası olmuştur. Bu özünde güçlü emperyalist merkezlerin, ekonomik ve siyasal olarak tüm dünya ülkelerini egemenliklerine alma siyasetidir. “İç içe geçmiş dünya ekonomisinde karşılıklı üleştirme ve gelişim” ideolojik saldırısı ile, emperyalist hegemonyaya “çatışmasız” bir alan açmaya çalışan gerici güçler, NATO ve NATO üyesi olmayan (Rusya gibi) başka emperyalist güçlerle, Avrupa ve Asya arasında “barış ortaklıkları” projesini oluşturmaya çalışmışlardır. 1994 yılı NATO Brüksel zirvesi bu vaatle sonuçlanmıştı.
“Bu ortaklık, Avrupa-Atlantik bölgesindeki istikrarın ve güvenliğin sadece birlikte çalışarak ve birlikte hareket ederek sağlanabileceği ortak düşüncesinin ifadesidir.” (Barış içinde ortaklık: çerçeve belgesi «, 10.1.1994, NATO Toplantısı)
Lenin yoldaşın da açıkça ifade ettiği gibi, emperyalist güçler arasındaki bu gibi anlaşmalar, sadece “barış” süreci adı altında yeni savaş sürecine hazırlanmaktır. Karşı gücü oyalamak, askeri ve ekonomik olarak zayıflatmak yine bu sürecin bir niteliği olarak anlaşılmalıdır. Ki ABD-AB emperyalist güçleri, Almanya’nın tavrı özgülünde, 1994 yılındaki bu projenin içeriğini itiraf etmek zorunda kalmışlardır. NATO- Rusya daimi ortaklığının amacı Rusya’ya tavizler vermek değil, sadece yatıştırmak olduğunu, açıkça beyan etmişlerdir.
“NATO’nun genişleme stratejisinden vaz geçmesi asla söz konusu olamazdı. Onun için bu stratejilere ek olarak Rusya’yla birlikte Brüksel’deki NATO Genel Karargahında istişare işbirliğinin yeni bir şeklini geliştirdiler” (Martin A. Smith, „Ortaklık, Soğuk Savaş mı Soğuk Barış mı? “, adlı tarih sayfası çalışmasından)
Emperyalist güçlerin karşılıklı oyalama stratejilerinin bir ayağı olarak gündeme gelen bu gibi akitlerden öte, kapitalist iktisattaki gerçek gelişme, emperyalizmin özgün tarihsel koşullara göre şekillenen dünya ekonomisine sızma yöntemi, emperyalist savaşları ortadan kaldırmamış, tam tersine derinleşen tekel rekabeti ile emperyalist savaşları aktüel hale getirmiştir. Ortadoğu sahasından, Akdeniz havzasına, oradan Kafkaslara ve Ukrayna üzerinden Pasifik hattına çelişkilerin emperyalist savaşa evrilme süreci, emperyalizmin bu yapısal niteliği ile ifade bulmaktadır. Rusya’nın Ukrayna işgalinden önce, ABD-AB emperyalist güçleri ile Rusya arasında süren diplomasi, diplomatik zeminde bir “çözüm” üretmekten öte, güç dengelerinde yaşanan kayma, karşıt emperyalist çıkarların stratejik zeminde keskinleşmesinden dolayı emperyalist savaşın kaçınılmazlığı ekseninde sürdürülmüştür. Yani, bu kesitte sürdürülen diplomasi, “barış” politikasından emperyalist savaşa uzanan sıçramayı ortaya koymaktaydı. Lenin bu bağlantıyı şöyle ifade etmekteydi;
“Kapitalizmin koşullarında tek tek girişimlerin, ya da tek tek devletlerin eşit ekonomik büyümesi olanak dışıdır. Kapitalizm koşullarında dönemsel olarak bozulan dengenin yeniden kurulmasında, sanayide bunalımdan ve siyasette de savaştan başka bir araç yoktur.” (Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine “, Marks-Engels-Marksizm “, Sol yayınları,)
Bölgesel düzlemde diğer dünya coğrafyalarında süren emperyalist savaş ve çatışmalardan farklı olarak Ukrayna savaşı, tüm emperyalist ve bölgesel güçlerin, dahil olduğu blok içinde, askeri olarak saldırgan pozisyon almalarına neden olmuştur. Bunun temel nedeni, Ukrayna üzerinden cereyan eden emperyalist çatışmanın, yayılma ve derinleşme boyutu ile içerdiği gerici savaş tehlikesidir. Emperyalist çıkarlar, keskin bir şekilde karşı karşıya gelmiştir ve emperyalist ana aktörler dahil, tüm gerici güçleri fiili savaş pozisyonuna getirme durumu içermektedir. Savaş süreci ile birlikte, karşılıklı atılan adımlar, savaşa ayrılan bütçe, askeri-teknik olarak sürekli yapılan güç aktarımı, ABD-AB emperyalist bloğunun, “Rusya’nın işgalden geri çekilme” stratejisinden, “Rusya’nın Ukrayna’dan sökülüp atılması” stratejisine geçiş, Rusya’nın ŞİÖ zirvesi, Dombas’ta referandum ve seferberlik ilanı, emperyalist savaşın önümüzdeki süreçte alacağı kapsama yönelik bir hazırlık olarak gündeme gelmektedir. Somut olarak, dünyada emperyalist savaşlar, güncel olarak esas tehlike halini almıştır. Bu gerici savaşlar, Ukrayna gibi, emperyalistler arasında güç ve hegemonya sahası haline gelmiş tüm coğrafyalar için aktüeldir, ABD-AB ve Rusya-Çin etki alanlarındaki stratejik genişleme hedefleri emperyalist savaşların sahasını genişletecektir.
Emperyalist Güçlerin Savaş Denkleminde Sürdürdüğü Karşılıklı Hamleler Ve Bunların Her Emperyalist Blokta Yarattığı Yarılma, Çelişkilere Farklı Bir Boyut kazandırmaktadır!
Emperyalist blokların bölgesel “müttefikleriyle” açık ve fiili olarak karşı karşıya geldiği Ukrayna savaşı, sadece askeri boyutu ile değil, ekonomik, diplomatik, psikolojik aygıtlarla sürdürülen bir savaş konsepti ile sürdürülmektedir. Bu durum emperyalist çelişkiler yumağını büyütmektedir. Aynı zamanda, emperyalist blokların kendi içindeki çıkar ve çelişkileri ayrıştırmaktadır. Yani, karşılıklı emperyalist bloklar “bütünlük” görüntüsü verse de özellikle ekonomik yaptırımlar konusunda yaşanan, bazı emperyalist ve bölgesel güçler nazarında, blok içinde farklı tutumları ortaya çıkarmaktadır. Son bir haftada, (Ukrayna ordusunun ilerleyişi ya da Rusya’nın taktiksel geri çekilmesi) Ukrayna (NATO) ordusunun Harkiv ve İzyum’ a ilerleyişi, ABD ve AB emperyalist güçleri tarafından “zafere yürüyüş” olarak ilan edilse de emperyalist güçlerin uluslararasındaki iktisadi-siyasal ilişkilerinde, Ukrayna sahasındaki gelişmelerden öte nedenlerle önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Alman ve Fransa emperyalist tekellerinin ortak aklı olarak Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile Putin arasında, kamuoyuna çok yansımayan ve perde arkasındaki pazarlıkları gizli tutulan görüşme, “Rusya’nın kayıtsız şartsız Ukrayna’dan çekilmesi, diplomatik görüşmelerle sürecin sürdürülmesi” içeriğinde sunulsa da bu görüşmenin dışarı sızdırılmayan esas yönünü ifade etmemektedir. Bu görüşme ile, Kuzey Akım’ı 1 vanasını Almanya ve Avrupa’ya açmaya yanaşmayan Rusya’nın, pazarlığı NATO ile planlanan yayılmacılık stratejisinden AB emperyalistlerinin geri adım atması üzerine kurduğu ortadadır. Ve Putin elindeki enerji kartı ile karşı emperyalist blokta yarılma yaratmak istemektedir. Ki son dönemlerde, Alman sermayesi, Rusya ile bütün iplerin koparılmaması konusu yüksek sesle dillendirilmektedir. Mesela, Metal İşverenleri Birliği başkanı Wolf, “makine ve tesis üreticileri şu anda Rusya pazarını kaybettikleri için sıkıntı çekmektedirler. Gerçekten bu pazarı kaybetmenin bizim için doğru olup olmadığını düşünmemiz gereken bir konu” açıklaması ile, Avrupa sermayesinin sürece dair manevralarını ortaya koymaktadır. Ekonomik yaptırımların, özellikle enerji kaynakları konusunda AB emperyalizmini zora soktuğu ve alternatif kaynak bulmada zorlandığı gerçeği, sadece üretim birimlerini olumsuz etkilememekte, uygulanan savaş ekonomisinin toplumda yarattığı derin hoşnutsuzluk, özellikle Almanya ve Fransız emperyalist tekellerini düşündürmekte, yaptırımlarla Rusya’ya diz çöktürme planı, yaptırımcı güçleri vurmuş bulunmaktadır. Bu somut durum, ABD-AB emperyalist bloğunda çatlaklara neden olmaktadır. Yapılan gizli görüşmeler, bu durumdan bir çıkışı ifade etmektedir.
NATO ya Karşı Asya İttifak Ekseni, Semerkant ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) Zirvesi!
Rusya’nın, NATO şemsiyesi ile ABD-AB emperyalist bloğunun yayılmacılığına karşı tek hamlesi Ukrayna işgali değildir. Ekonomik düzlemde karşı hamleler geliştirdiği gibi, gerek daralan ekonomisine yeni alanlar açmak için ve gerekse de NATO karşısında örgütlü rakip bir ekonomik-askeri ve “diplomatik” savaş örgütü oluşturmak için, uzun bir dönemden sonra Şangay İşbirliği Örgütünü, son zirve ile işler hale getirmiştir. Yaptırımlarla ekonomik ve askeri olarak kuşatılmaya çalışılan Rusya, bu adımla “nefes almayı” hedeflemektedir.
Özbekistan’ın Semerkant kentinde gerçekleşen ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) zirvesi, Ukrayna üzerinde cereyan eden emperyalist savaşın emperyalistler arasında “küresel” çatlakları derinleştirdiği bir zeminde, İran’ın Şangay Örgütüne katılımı ve “TC” nin bu zirveye davet edilmesi, emperyalist blokların bölgesel stratejileri açısından kurulacak denklemlerde “yeni” bir hamle olmuştur. İran, bu adımla, Rusya ve Çin’in egemen olduğu nüfuz alanlarında, askeri-ekonomik saha açarken, askeri- ekonomik güç olarak önemli bir tarihsel-güncel birikime sahip üç ülke, ABD-AB emperyalist bloğuna karşı önemli bir eksen oluşturmuş oldular.
Emperyalist savaş aktörlerinin stratejik denklemleri açısından, Çin, Rusya, İran’ın merkez güç olduğu Semerkant ŞİO zirvesinin ortaya çıkardığı tek siyasal sonuç, emperyalist kutuplaşmanın karşılıklı aldığı pozisyon değildir. Semerkant “zirvesinin” gölgesinde Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının yeniden alevlenmesi, Rusya’nın kıyılarında başka çatışmaların boy vermesi, Asya-Avrupa emperyalist güçlerinin sürtüşmesi olarak anlaşılmalıdır. Ki, Macaristan’ın Rusya’ya yakınlaşması, AB emperyalist bloğunun yolsuzluk gerekçesi ile Macaristan’a mali hibeyi durdurma kararı, Özbekistan’ın ŞİÖ zirvesinde yer almasına karşın Rusya’nın son “kısmi seferberlik ilanına” karşı olan tutumu, emperyalist ve gerici bölgesel güçlerin, çıkarlarına göre bu bloklaşmada ortaya koyacakları tutum açısından veridir. İki emperyalist blok arasında, bölgesel güçler nazarında belirli gel-git yaşansa da iki okyanusa ABD ve AB emperyalistlerinin “müttefiki” olarak konum alan Japonya ve Avusturya’nın mevcut emperyalist “denge” durumunu korumaya çalışsalar da Emperyalist bloklaşma, büyük kutuplaşmalara doğru yol almaktadır. Lakin ŞİÖ sadece İran’ın üyeliği ile sınırlı bir hamle olarak NATO güçlerine karşı gerçekleşmedi. Himalayalarda Çin ile var olan hegemonya çatışmasını geri plana iterek ŞİÖ ya yakınlaşma tavrı geliştiren ve “zirveye” katılan Hindistan, emperyalist bloklar arasındaki çatışmalardan vazife çıkararak iç ve dış politikasına yön veren “TC” hakim sınıfları iktidarı, yine Rusya’nın siyasal hamlesi olarak “TC”- Suriye yakınlaşması (istihbarat örgütleri üzerinden kurulan ilişkiler, resmi düzeye taşınmaya çalışılmaktadır), HAMAS-Suriye arasında ilişkilerin “normalleştirilmeye” çalışılması, gibi, bölgesel düzleme yayılan stratejik planlamalar, emperyalist kamplaşmanın dünyanın sıcak bölgelerinden diğer alanlarına doğru keskinleşeceğinin verilerini vermektedir. Kuşkusuz bu “diplomatik-barışçıl” yöntemlerle işleyen bir süreç değil, tersine çatışma ve askeri savaşlarla sürdürülecek bir süreçtir.
Erdoğan Semerkant-Brüksel-Washington Arasında 2023 ‘e “Can Simidi” Arıyor!
ŞİÖ Semerkant zirvesinde, yandaş medya tarafından servis edilen bir fotoğraf karesinden “dünya lideri anlatıyor, diğerleri dinliyor” ucuz paydası çıkarılsa da “TC” dış politikasında yaşanan tıkanıklık ve çapsızlık, bu ucuz payeyi gölgede bırakmaktadır. Rusya, emperyalist savaşın işgalci gücü olarak bu zirvede stratejik hamlelerine alan açarken, Çin, Moğolistan, Özbekistan ve Rusya arasındaki ekonomik koridorunu genişletmenin, İran, Rusya ve Çin’in nüfuz alanlarına açılma olanağını yaratmanın heyecanıyla, sicili kan, zulüm, zorbalık olan emperyalist kurumun varlığı üzerinde el ovuşturmaktaydı. Erdoğan ise, emperyalist güçler arasındaki çatışmalardan faydalanarak, iç ve dış siyasette, güç kaybeden iktidar güruhuna kurtarıcı bir proje çıkarmanın hesapları içindeydi. Ki hemen Semerkant sonrası, ABD ve Avrupa semalarında soluklanması, “barış elçiliği” rolünden değil, elindeki kartları pazarlama maksadıylaydı.
“TC” egemenler devleti, NATO’dan kopup Şangay kutbuna dahil olur mu sorusu, ekonomik-askerî açıdan kapsamlı bir analiz konusudur. ŞİÖ, karşılıklı emperyalist bloklaşmada NATO’ya karşı bir ağırlık noktası olsa da tarihsel-stratejik-ekonomik-askerî açıdan ABD-AB emperyalizminden “TC” nin köklü olarak kopup buraya dahil olması öyle kolay değildir. “TC” açısından bu genel sorundan öte, Semerkant bildirgesinde çıkan bazı sonuçlar bile, Erdoğan diktatörlüğünü zorlayacak, bugüne kadar attığı bölgesel adımları tersine çevirecek dayatmaları içeriyor. Örneğin, “Üye ülkeler, terörizm ve aşırıcılıkla mücadele bahanesiyle ülkelerin iç işlerine müdahalenin ve terörist, aşırılıkçı ve radikal grupları menfaat uğruna kullanmanın kabul edilemez olduğunu not eder.” (Semerkant sonuç bildirgesi) Birbirlerine karşı çektikleri kılıçları kınına koymayan ŞİÖ üye ve gözlemci ülkeleri gerçekliğinde, bu kararın en öne çıkan hedefi “TC” diktatörlüğüdür. Özellikle Kürt coğrafyasında işgalci güç olarak var olan AKP-MHP iktidarı, Suriye, Azerbaycan, Lübnan vb gibi alanlar dahil, bölgedeki askeri varlığını cihatçı-kafa kesici güçler üzerinden sürdürmektedir. Yani somut olarak bölgede bu güçlerle ilişkilerin kesilmesi ve Suriye rejimi ile “uzlaşma” pratikte iki temel sorunda Erdoğan’ı sıkıştıracaktır. Birincisi, aldatıldık gerekçesiyle, cihatçı güçlerin “TC” ye silahlarını çevirmesi, ikincisi, “TC” nin bölgedeki işgalci askeri güçlerini geri çekmek zorunda kalması.
Yani Erdoğan ABD-AB emperyalist bloğuna, çaresiz olmadığını anlatmaya çalışıyor ama çaresizlik içinde iki blok arasında mekik dokuyor. Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında, Azerbaycan’ın “zaferi” üzerine kurgulanan Zengezur koridoruyla Orta Asya ve Pasifik kıyılarında çıkar devşirmeye çalışan Erdoğan, “başka dünyanın” karanlık hülyalarına kapılsa da iki blok arasında kalmanın getirdiği ağır yükün altında saplandığı bataklıkta çırpınmaktadır. “Ata yurdu Asya’nın güvenlik, istikrar ve refahının temini, dış politikadaki önceliklerimiz arasında telaki ettik” diyen Erdoğan, BM Genel Kurulunda, Biden ile dikkate alınırım heyecanı ile gitti, ama, tüm hayaller, Semerkant’ta verdiği “dinlenen lider” karesinde donuk kaldı. Özellikle Kürt Ulusuna karşı geliştirdiği askeri işgal saldırıları ve bölgedeki konumunu koruyarak, dış politikada kendisine alan açmaya çalışan Erdoğan, iç politikada da özellikle önümüzdeki seçimler için emperyalist güçlerin desteğini almak istemektedir. Ama gerek emperyalist çatışmalar gerek somut örgütsel bloklaşmalar, bu sahada eskisi kadar Erdoğan’a alan bırakmamaktadır. Sahadaki cihatçı ortakları dahil, tüm bölgesel güçlerle mevcut politika ile çıkışsızlık yaşayan iktidar, yeni bir politik hat oluşturmakta da çapsızdır. Yani iç ve dış politikada, AKP-Erdoğan-MHP bloğunun daha da gerilemesi, aktüel olandır.
Sonuç Olarak;
Ukrayna’da sürmekte olan emperyalist savaşın somut gelişimini kesin tespitlerle ifade etmek, yanılsamalara neden olabilir ama, emperyalist savaşın emperyalist güçler tarafından iradi olarak şiddetlendirilmesi, farklı coğrafyalar özgülündeki çelişkiler üzerinden yaygınlaştırılması, emperyalist savaş sürecinin trendidir. Clausewitz’in ifade ettiği gibi;
““savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sınırı yoktur. Diğer taraflardan her biri diğerine iradesini kabul ettirmek ister, bundan da karşılıklı bir eylem doğar ki, kavram olarak ve mantıken, sonuna kadar gitmeyi gerektirir.”
Emperyalist dünya düzeni açık ekonomik-siyasal istikrarsızlık yaşamaktadır. Dünya zenginlik kaynaklarını yeniden paylaşım süreci, sistemin ortaya çıkardığı “yeni” aktörlerle keskinleşmekte, savaş askeri-ekonomik-siyasal ayaklar başta olmak üzere kapsamlı sürdürülmektedir. Ve savaşın tüm ağır yükü, ezilen-sömürülen işçi sınıfı ve halk yığınlarına ödetilmektedir. Bunun anlamı açıktır. Emperyalist metropoller dahil, dünya çapında sınıf çelişkileri keskinleşmektedir. Aynı kesitte işgale uğramış ulusların bağımsızlık mücadeleleri, emperyalist dünyaya karşı devrimci bir dinamiği temsil ederek gelişmektedir. “Savaş Koşulları” adı altında tüm ezilenlere dayatılan, sosyal-ekonomik kemer sıkma politikaları, yaşanan küresel enflasyon vb gibi ekonomik sonuçlar, yığınların emperyalist savaşa karşı birleşen tutumlarıyla, güçlü toplumsal hareketleri tetiklemektedir. İran’da, Molla rejiminin gerici kuşatmasında olan toplumun, Mahsa Amini’nin “ahlak polisi” tarafından katledilmesinin ardından, tüm toplumsal çelişkilerin Mahsa Amini şahsında sosyal-sınıfsal dinamikleriyle isyan etmesi, emperyalist dünyada derinleşen çelişkilere var olan kitlesel öfkeyi temsil etmektedir.
Bu toplumsal öfkenin devrimcileştirilmesi, tüm gericiliğe karşı politik iktidar perspektifi ile harekete geçirilmesi, komünist hareketin görevidir. Emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe, emperyalist savaşlara karşı tutum, pasifist, sivil toplumcu itaatsizlik çizgisinden öte bir tutumdur. Emperyalist savaş koşulları, emperyalist güçlerin birbirleri ile “barışmaları” siyaseti ile aşılamaz, sosyalistlerin barış siyaseti de bu değildir. Pasifist yanılsamacı, revizyonist çizgilerin bu anlayış üzerine kurdukları “barış” siyaseti, burjuva çıkarların “soldan” tarifidir. Proletaryanın dünya görüşü MLM çizgide, aktif proletarya ve ezilen halkların direnişini örgütlemek, emperyalist savaşları devrimci savaşlarla karşılamak ve emperyalist kriz koşullarını sosyalist devrimlerle karşılamak, sürecin ana yönüdür. Lenin yoldaşın tarihsel çağrısı bu konuda açıktır;
“Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesiyle bir bağlantı kurmadan barış için verilen mücadele halkı yanıltan veya duygusal olan burjuvaların pasifist boş laflarından başka bir şey değildir. … Dolayısıyla biz kitlelere emperyalizmi yıkmakta yardımcı olmalıyız. Emperyalizm yıkılmadan ilhaksız bir barış imkansızdır. Elbette emperyalizmin yıkılması için verilen mücadele zorludur ama kitleler bu zorlu ama gerekli mücadele hakkındaki gerçekleri tanımalı. Kitleler, emperyalizmi kaldırmadan barışın sağlanacağına dair umutlarla uyuşturulmamalı” (Lenin, „Uluslararası Sosyalist Komisyon’a, 1915, Tüm Eserler)

