
James Monroe ABD’nin beşinci cumhurbaşkanı (1817-1825) olarak (1) 1823’de “Monroe Doktrini” ilan eder. Başkan Monroe bu yıllarda yükselişte olan İngiliz sömürgeciliği karşısında Amerika’yı askeri, siyasi ve iktisadi alanda korumaya almak ister. 17. ve 19. yüzyıllar arasında yoğun sömürgeciliğe sahip Britanya İmparatorluğu için “Güneş Batmaz İmparatorluk” kavramı kullanılır ve ülkenin yükselişte olduğu yıllar olarak bilinir. Sanayi Devrimi (1760-1840) ile birlikte ham maddeye duyulan yoğun talep ve ihtiyaç sonucu, İngiltere’nin sınır tanımaz sömürge ilişkileri küresel düzeye yayılarak kesintisiz biçimde yeni alanlara yönelmesine neden olur. Bu gelişmelere istinaden ABD Başkanı; Monroe Doktrinini ilan eder ve bu düşünden hareketle; “Amerika kıtasının Avrupa ülkelerinin sömürgesi olamayacağını ve Avrupa güçlerinin Amerika dışında tutulması ve bundan böyle Amerika kıtası özgür ve bağımsız olacak” (2) düşüncesinde ısrar eder.
Başkan Monroe bu doktrinle Avrupa sömürgeciliğini, savaşlarını ve yeni müdahale girişimini ne pahasına olursa olsun Amerika kıtasının dışında tutmak ister. Bu düşünle ABD yeni “güç stratejisiyle” üstünlüğünü pekiştirmek ve Avrupalılara karşı bir meydan okumaya dönüşür. Zira, “Monroe Doktrini” uzun yıllar ABD ve Batı ilişkilerinde etkili olmuş ve bu anlayış günümüzde Donald Trump tarafından aynı gerekçelerle tekrar gündeme taşınır. Trump ne pahasına olursa olsun “yeni” bir sürecin Amerikan “güç ilişkisine” takviye eder; günümüzde benzer “Monroe Doktrini” ABD’nin siyaset ilişkisinde yol gösterici bir konuma gelmiştir.
ABD ile Büyük Britanya arasındaki savaşlar (1775-1783) Amerika’nın zaferiyle sonuçlanırken, 13 sömürge bağımsızlığını elde eder. Bu gelişmeler Monroe Amerika’sının başarı öyküsü olur ve bir anlamda Birleşik Devletlerin önünü açar ve yeni yayılmacı sürecin habercisiydi. (3)
J. Monroe Batı’nın yayılmacı politikaları karşısında bir adım daha ile giderek; “Amerika’nın güvenliği için yarımküreyi (Orta, Latin ve Karayipler dahil) kendi kontrolünde tutması ve hükmedilmesi kaçınılmaz ve de adildir”(4) argümanıyla kendi dışındaki bütün ülkelere karşı üstünlüğünü sağmak ister.
Zira, Monroe Amerika’sının bir korkusu vardı; kıtada yoğun İspanyol sömürgeleri ve de Avrupalıların Amerika’yı fethetme planın yarattığı korku karşısında, kendi siyasi ve iktisadi çıkarları uğruna güç egemenliğini sağlamak istiyordu. Bu nedenlerle Birleşik Amerika hiçbir zaman Avrupalarla savaşa girmeyi göze almıyordu. Amerikan yöneticilerinin büyük korkusu, Avrupa ile olabilecek bir savaş ortamı sonucu Birleşik Amerika’nın parçalanmasına neden olabilecek sonuçları düşünüyordu. Örneğin; Amerika 1789 Fransız İhtilaline sempati duymasına rağmen, bu dönemde Avrupa’da yaşanan savaşlara katılmamak için özen gösterir. Tüm bu gerekçelerle Monroe Doktrini 1940’lara dek ABD lehine etkili olur ve ülke açık “bir” savaştan uzak tutulur. Bu denklem sonucu, iki önemli gelişmeyi beraberinde getirir:
Birincisi; Amerika Avrupa’nın işlerine karışmayacak ve Avrupalılarda Amerika’nın iç ve bölgesel düzeydeki işlerine karışmayacaktı. Bu siyasi tavırla görünürde Amerika Birleşik Devletleri adeta dünyadaki gelişmelerin (Orta, Latin ve Karayipler hariç) dışında kalmak gibi bir görüntü verir, bu çelişkili al ver ilişkisi ABD’nin önünü açar ve yayılmacı bir güç olmasına neden olur. (5) Nitekim 1917’de Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Birleşik Amerika’nın parçalanma korkusu ile savaşa dahil olur ve Avrupa’nın yanında yer alır. Bundan böyle Avrupa artık Birleşik Amerika ile uğraşmayacağını ve ABD’nin de Avrupa ile yeni dönemin “yeni” müttefiklik partneri olarak yerini alır.
İkincisi; Birleşik Amerika’nın Latin Amerika üzerinde kurduğu askeri, ekonomik ve siyasi nüfuzu artarken kıtanın da önemli ve de tek “güçlü ülke konumunda olur. ABD’nin bu güçlü konumu Avrupa’nın Latin Amerika üzerindeki etkisini adım adım zayıflanır ve bunun sonucu Latin Amerika’daki İspanyol Sömürgeleri sonlandırılır ve ülkeler bağımsız olurlar. Bu değişimler ve yeni sürecin şekillenmesinde Monroe Doktrini etkileyici ve hatta belirleyici rol oynadığını söylemek mümkün. Dolayısıyla Latin Amerika ülkelerinin sömürgecilik öyküsü sadece “adres” değişikliğini yaşamıştır ve yeni kapitalist düzende ABD’nin himayesinde olmak şartıyla Latin Amerika bir bütün olarak “yeni sömürgecilik” ilişkisinde bağımlı hale gelir. 19. yüzyıla doğru Amerikan ekonomisinin güçlenmesi sonucu, Amerika’nın Latin Amerika ülkeleri üzerindeki nüfuz ve etkisi kontrollü bir şekilde “yeni” bir sürece dayatır. Diğer bir ifadeyle, kıta ülkeleri yeni dönemde ABD egemenliğinde bir “ulus” devlet olma handikabıyla baş başa kalırlar. 19. yüzyılın sonlarına doğru Birleşik Devletlerin baskısı ve de bölge üzerindeki etkisi sonucu Pan- Amerikanizm (kıta üzerinde ABD egemenliği ve üstünlüğü) düşüncesi ve de fiili durum ağırlık kazanır. Ve bu süreçle birlikte bütün Amerikan ülkelerinin ABD önderliğinde kıta üzerindeki birliği gündeme taşınır. Bu gelişmeler paralelinde Amerikan Birleşik Devleri kıta genelinde “güç konumunu” ve de “egemenliğin koşulları” çok yönlü olarak ABD lehine işler duruma dönüşür!
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız Monroe ABD’sinde gündeme taşınan siyasal perspektif, Trump dönemi ile birebir bir benzerliğin ve hatta kopyası olduğunu söylemek mümkün. Trump’ın birinci Başkanlık döneminde (2017-2021) yapacakları ile yapamayacaklarını tereddütsüzce dile getirirken- “America first” (önce Amerika) demeci ile bir çıkış yaparak göreve başlamıştır.
Trump, ABD’nin geleneksel Batı (Avrupa) ilişki anlayışının aksine “yeni” bir siyaset tarzını başlatır. Daha çok rekabetçi ve ABD çıkarlarının öncelendiği bir politik savun ve uygulamayla siyaset başlatan bir Trump olmuştur. Trump’ı karakterize eden bazı özellikleri sıralamak gerekirse; hırslı, işgalci, tehditkâr, kâr odaklı iş yapma mantığı ve çıkarları uğruna bütün komşu ülkeleri hiçe sayarak ve onları işgalle tehdit eden bir yönetim anlayışını benimsemektedir ve bu ısrarı hepten savunagelmiştir. Ve tüm bunlar yapılırken de Monroe Doktrinde dile getirilen görüşlerin birebir benzeri de Trump’la öne çıkmıştır. O, bütün her şeyi Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkar ve güvenliği için yaptığını iddia ederken; tüm hukuksuzluğu da mübah görmüştür.
“Trump’ın bu yeni süreçteki tüm uygulamaları (güç ilişkisi) yeni bir James Monroe süreci olarak yorumlanmak gerek”. (6)
Trump yönetimi Eylül 2025’den beri Venezuela’yı deniz ve hava sahasını ablukaya almış ve tüm ulaşım kanallarını kesmiş durumda. İşin özü; ABD’nin tehdit ve saldırgan politikası sonucu korku beslerken ve bu anlayışla “güç ilişkisini” kullanarak “vazgeçilmezliğini” dikte etmek istemektedir. Bu yaklaşım karşısında diz çökenler daha çok Avrupa ülkeleri olmuştur. Trump’a “Bizi yalnız bırakma” feryatları yükselirken, Avrupalıların ABD’ye olan bağımlılığı 1945’den sonra temelleri atılır ve yeni duruma alışmaları hiçte kabul gibi gözükmüyor. NATO’nun 1949’da kurulmasıyla Batı’nın güvenliğini üslenen ABD, görünen o ki tarihin hiçbir döneminde Avrupa bu kadar kendini yalnız ve çaresiz hissetmemiştir.
Venezuela’ya yakın birçok Karayip Adalarına ait ülkelerin (Aruba, Curaçao, Haiti, Dominik Cumhuriyeti ve Porto Riko) yolcu uçakları her gün Amerikan askeri uçaklarıyla çarpışma tehlikesini atlatmaktalar. (7) Bu tehlikeli durum birçok ülke ve uluslararası kuruluş tarafından şiddetle kınanmasına rağmen, ABD’nin korsanlığı halen devam ediyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 11 Aralık 2025 tarihinden günümüze Venezuela’ya ait iki büyük petrol tankeri ABD askerlerince el konuldu. Trump, Venezuela’ya karşı açıktan bir savaş tehdidini sürdürürken, bununla Latin Amerika ülkelerine gözdağı veriyor. Ve onları hedefine koyarken de güç gösterisinde bulunuyor. İroni olanda 200 yıl sonrasında bile Amerika’nın Monroe geleneği ile ülkenin bölgeye egemen olma anlayışını Trump’la devam eder olmasıdır.
200 yıl sonrasındaki Amerikan yönetimi benzer Monroe önlemleriyle Latin Amerika’da tekrar devreye girmiştir. Amaç ve hedef yine aynı; tüm Latin Amerika ülkelerine müdahale yolunu ve de zeminini hazırlamak. Devamında da koşulsuz olarak ABD’ye küresel düzeyde biat etmeyi dayatmak olmuştur. Trump yönetiminin ‘yeni güvenlik stratejisinde’ ısrar ettiği siyasi ve askeri perspektif ile “etki alanını” yaratmak ve bu doğrultuda kapitalist “dünya düzenine” hükmetmektir. Dolayısıyla, bilinen o geleneksel Transatlantik ilişkiler Trump tarafından askıya alınmışa benziyor. Trump ABD’sinde güncel ve de yürürlükte olan strateji daha çok; “ülke çıkarları her şeyin üstünde, Amerika için olan anlamlıdır ve America Fırst” (8) görüşündeki bir ısrarın devamı söz konusudur.
Hollanda Krallığı’nın özerk ülkesi konumunda olan Curaçao (eski sömürge) Venezuela’dan 65 km mesafede bulunur ve Curaçao’ya ait iki yolcu uçağı Amerikan askeri uçaklarıyla burun buruna geldiler ve kıl payı çarpışmaktan döndüler. Uluslararası kuruluşlar bu olaya atfen Trump yönetimini kınadılar. (9) Tüm bunlara rağmen Trump’ın sınır tanımaz tehditleri “yeni Monroe” mantığıyla devam ediyor.
Sıklıkla dile getirmeye çalıştık; günümüzde çoklu emperyalist güçlerin dünya kapitalist sisteminde “bir” paylaşım savaşını veriyor. Tek düzenin farklı kolları olarak pay elde etme mücadelesi en acımasız bir şekilde savaş(lar) ve tehditlerle devam ediyor. Merkezde “güç egemenliğine” ve de “bölgesel hakimiyete” dayanan bir süreç işliyor!
Günümüz kapitalist dünya sisteminde yaşanılan bu emperyalist saldırganlık karşısında sessiz veya tarafsız kalmak, yaşananları kabullenmek anlamını taşır. Emperyalist ve kapitalist güçler egemenlikleri uğruna “korkuyu beslerken” ve onu bir müdahale aracı şeklinde hayatın her alanına taşımakta ve ezenlerin ezilenler üzerindeki tahakkümü sınırsız bir güce dönüşmüştür. Savaşlar, işgaller, hukuksuzluk ve gözyaşı günümüz dünyasında “yeni dünya düzenine” evrilmiş bir gidişatın hükmü kol geziyor…
Yararlanılan ve kullanılan kaynaklar
1- Ataş, A. Can, “Küresel Hegemonya ve İşgal Demokrasisi”, Güncel Yayıncılık, Mart 2008 İstanbul, s. 50.
2- Van der Pijl, Kees, “De Weereld Orde en Machtspolitik”, Het Spinhuis, İkinci Baskı, Amsterdam 1995, s. 51, 220.
3- Nederveen Pieterse, J.P., “Empire and Emancipatioen”, Pluto Press, Amazon 1990, s. 312.
4- Leurdijk, J. H., “Wereld Politik”, Coutinho, Bussum 2001, s. 2018.
5- Van der Pijl, Kees, (1995), s. 51-53.
6- De Vries, Joost, “Hoe Trump Latijns – Amerika Paait en Straft”, de Volkskrant, 1 December 2025 Nederland.
7- De Volkskrant, 16-12-2025 Nederland.
8- De Volkskrant, 08-12-2025 Nederland.
9- NOS -TV, 18-12-2025: 08.06 Hollanda.









