
Değişim paradigmalarının tümünü diyalektik bilimi zemininde mütalaa etmek tamamen doğrudur. Zira diyalektik kesintisiz değişimdir, değişim de kesintisiz diyalektik süreçtir. Bütün bu süreç çelişki yasası ve buna bağlı mücadeleden ibarettir…
Diyalektik değişim süreci iki biçimde cereyan eder. Biri, nicel birikimler yoluyla yaşanan nicel değişim sürecidir, ikincisi ise, nicel birikim sürecinden bağımsız olmayan ve bu birikimler sürecinin koşulladığı nitel değişim sürecidir. Bu diyalektik süreç siyasi değişimin de angajmanıdır. Yani siyasi değişim süreci de diyalektik kanundan bağımsız olmayan bu iki biçimde tezahür eder. Birinci süreç tedrici gelişme-değişim süreci olarak yaşanırken, ikinci süreç sıçrama biçiminde yaşanan değişim niteliğinde tecelli eder. Bu iki değişim niteliği de, son tahlilde, çelişki yasasının toplumlar yaşamındaki cereyan edişiyle, a)-sınıf savaşı, b)-üretim savaşı ve c)-bilimsel deney alanında gerçekleşen insan etkinliklerinin ürünüdür. İnsan iradesi ve eyleminden bağımsız ama çelişki yasası temelinde yaşanıp doğa diyalektiğinin ürünü olan değişim süreci kendiliğinden değişim süreci olarak değerlendirilebilir. İnsan iradesi, eylem ve etkinliklerinin doğrudan ürünü olarak yaşanan değişim süreci ise, doğrudan iradi-müdahili olup gelişme dinamiklerinin bilinçli ya da bilinçsiz olarak etkide bulunarak yarattığı ve esasta değiştirme pratiğinde karşılık bulan bir süreçtir.
Tarihin ileriye dönenen tekerleğinin kendiliğinden değişimler yoluyla ve alt-yapı ile üst-yapı arasındaki uyumsuzluğun sosyal patlama ve devrimci müdahaleden bağımsız olarak toplumları ve tarihi ilerletmesini bekleyemez, tasavvur edemeyiz. Bu, ölçülemez büyüklükte bir zaman kaybı olacağı gibi, çelişki yasası ve bunun siyasi yansıması olan sınıflar mücadelesi yasasına da aykırı olur. Ekonomik alt-yapının değişimde belirleyici ilke olmasının yanında, siyasi üst-yapının da bu değişimde belirleyici ilke olması, dünya gericiliğinin bu değişim sürecini köstekleyerek engelleyeceğini, dolayısıyla devrimci sınıfların siyasi müdahaleyle bu değişim sürecini iradi eylemle gerçekleştirmesini doğrular. Bu, değiştirme pratiğini, bu pratiğe girilmesini zorunlu kılar, şart koşar. Devrimler veya devrimci patlamalar olmaksızın bahis konusu bu değişimin gerçekleşmesi, değişimin sıçramalarla gelişmesi-geliştirilmesi olası olmaz. Aksi tez kendiliğindenciliğe teslim olan devrim dışı reformist-revizyonist yoldur. Tam da bu zeminde, değişim süreci ve değiştirme pratiğine dönük benimsenen tercih ya da yaklaşım tarzı, MLM ile reformizm veya devrimci çizgi ile reformist çizgi arasındaki keskin ideolojik-siyasi kopuşu ve temel ayrılık noktasını oluşturur; iki akımı, iki farklı tarzı ve iki temel niteliği temsil eder…
Değişim sürecini, yansız objektif gözle toplumsal yaşamdaki iz düşümleriyle gözlemleyerek izlemek ve bilimsel teori ışığında analiz edip anlamak yaşamsal önemdedir. Çünkü, yaşanan nesnel değişim(süreci) görülüp anlaşılmadan, buna uygun strateji ve siyasetlerin geliştirilmesi ve değiştirme eyleminin teori-pratiğinin geliştirilip gerçekleştirilmesi de mümkün olmaz. Siyasi öznelerin nesnel değişimlere bağlı olarak kendilerinde de paralel bir değişim sürecine girmesi, strateji ve siyasetlerinde yeniliklere gitmesi, diyalektik bilimine uygun bir zorunluluk ve gereksinimdir. Değişimin gözlemlenerek anlaşılması ve buna uygun politika ve pratiklerin geliştirilmesi, her türden tutucu dogmatizm ve statükoculuğun aşılarak bilimsel doğrultuda ilerlemenin zorunlu yolu ve güvencesidir. Dahası, değişim sürecinin nesnel gerçeğe uygun olarak okunup anlaşılması, nesnel koşul ve devrimci gerçekten hareket eden bilimsel çizgi ve somut siyasetin başarıyla geliştirilip, devrimci mücadele mevzilerinin kazanım basamaklarında ilerlemesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Değişim süreci dolayımıyla gelişen değişim dinamikleri, devrimci siyasete endeksli değiştirme eyleminin dayanacağı dinamik kuvvet ve nesnel şartlardır. Değişim hareketi anlaşılmadan değiştirme pratiği ve siyaseti geliştirilmez. Bunu anlamayan ve yadsıyan her yaklaşım başarısızlığa mahkumdur. Değişim ve gelişmeler karşısında gerileyerek erimekten, çözülerek tasfiye olmaktan kurtulamaz. Değişmemiş eski, değişmiş yeninin talebini karşılayamaz. Kuru iradecilik ve ısrar bir etki gösterse de, nesnel yasalar karşısında güdük kalır, onları değiştiremez, yok sayarak üstüne çıkamaz. Buna karşın bilimsel irade ve ısrar, nesnel koşullarla uyumlu, onlarla örtüşen ve onlara uygun nitelenen özelliğiyle, mümkün olan her değişimi gerçekleştirmeye adaydır. Nitel değişim veya sıçramaların daha kapsamlı etmenler konseptiyle sağlanabileceği ise, bu yazının muhtevası ya da amacını aşan genişlikte ayrı bir konudur…
İnsan veya bilinçli insan ögesinin, değişimin kavranması ve değiştirme pratiğinin geliştirilmesi bağlamında tartıştığımız bütün bu süreçte kilit noktada olduğu, belirleyenler içinde temel bir belirleyici olduğu ise aşikardır. Bundan hareketle, değişim sürecinin anlaşılması ve değiştirme eyleminin gerçekleştirilmesine dönük tartışma, son tahlilde insan-bilinçli insan ögesinde ve bunun rolünde odaklanmak durumundadır. Değişim süreci anlaşılırken, insandaki değişimin anlaşılması bundan muaf tutulup ihmal edilemez. Ki, yazımızda esas olarak insandaki değişimi konu edinerek, bu değişimin devrimci mücadele, siyaset ve örgütlenmeye yankısı, ilişkisi ve bu ilişkinin önemi ile somut yansımalarına dikkat çekmek istiyoruz…
Kuşkusuz ki, üstte genel-geçer hatlarıyla değindiğimiz değişim süreci, üretim tarzından üretim ilişkilerine, üretim araçlarından üretici güçlere kadar, ekonomik alt-yapı ile siyasi üst-yapıda ifade bulan sosyo-ekonomik sistem orijinine oturan toplumsal koşulların bütünlüklü ve nitel olarak değiştiği aleni gerçektir. Ve bu değişim niteliği daha önce çeşitli aşamalarda irdelenerek netleştirilip beyan edilmiştir. Dolayısıyla bunu yeniden tartışmanın anlamsız olduğu açıktır. Dahası, değişim sorunu bağlamında yürütmek istediğimiz tartışma görece daha dar konulu ve farklı boyuttur. Ancak bu genel değişim sürecine, can alıcı yaşamsal bir sorun olma niteliğinin haklılığı zemininde dünya ölçeğinde kabarış gösteren Kadın Hareketi’ni eklemek, özel bir vurguyla yer vermek gereklidir. Kadın hareketi ya da mücadelesi yeni gelişmiş bir olgu değildir fakat genel gelişim ve değişim sürecinin öne çıkardığı ya da bu sürece uğun olarak öne çıkıp ivmelenen bir toplumsal, kültürel, demokratik değişim dinamiğidir. Genel konjonktürel değişim sürecinden bağımsız olmamakla birlikte, aynı zamanda bu değişim sürecinin belirgin bir dinamiği, dinamik bir hareketidir. Ve bu, gelişim-değişim sürecinin bir göstergesi, yansımasıdır ki, kadın öznesinin yer almadığı bir gelişmeden, bir değişimden söz etmek mümkün değildir. Değişim paradigmasının temel unsurlarından biri hiç şüphesiz ki kadın ve kadın hareketidir…
Yukarıda genel değişim meselesi üzerine belli bir özetleme yaptığımızı varsayarak ve insanın bu süreçteki kilit rolüne kısaca dikkat çektikten de sonra, esas konumuz olan insandaki değişime dair gözlem, izlenim ve değerlendirmelerimize geçebiliriz. Peşinen söylemeliyiz ki, insanın değişimi üzerine mevcut gözlemimiz, geniş araştırma ve istatistiki veriler bakımından görece sınırlı olup, genel gerçeklere göre biçimlenen kaba bir gözleme dayanmaktadır. Bu nedenle insandaki değişim parametrelerine ilişkin gözlemlerimiz bilimsel kanıtlarla ispatlanmış iddialı sonuçlar değil, bilakis bilimsel şüphecilikle karşılanmaya ve kanıtlanmaya muhtaçtır. Buna karşın, sınırlı gözlemlerimizi destekleyen genel değişim ve gelişme emareleri, insandaki değişim üzerine bir tartışma yürütmeyi ihtiyaç etmektedir. Makalemiz, bu ihtiyaç temelinde biçimlenen bir tartışma yazısı olarak anlaşılmalı ve kabul edilmelidir ki, bu anlamda eleştiriye açıktır. Fakat bilimsel sınırlılıklar da taşısa, makalemiz konusu itibarıyla siyasi bir yazı olmaktan ziyade, bilimsel bir makale olarak değerlendirilebilir…
Günümüze sirayeti hissedilen ve esasta geleceğin insanı olup, adına ‘‘Z kuşağı” denilen yeni jenerasyonu titizlikle inceleyip anlamak ötelenemez bir ihtiyaç ve zorunluktur. Bunu göz ardı eden bir devrimin, devrimci hareket ve siyasetin gelişip başarıya ulaşma şansı yoktur. Çünkü, geleceği temsil eden bu kuşağı kucaklayıp onunla ilişkilenip birleşmeyen bir hareketin geleceğe hükmetmesi düşünülemez. Ve çünkü, bu kuşağı kazanarak birleşme ya da tersinden birleşmeme sorunu, o hareketin değişip yenilenerek geleceğe uygun biçimlenmesi veya değişmeyip eskiyerek gelecek iddiasından kopması sonucuyla doğrudan alakalıdır…
‘‘Z kuşağı” denilen yeni jenerasyonun değişim parametreleri nelerdir, nasıl okunmalıdır? Bu kuşağın teknolojiyle iç içe olduğu kabul gören genel doğrudur. Bunun kuşağa sunduğu avantajlar bilgiye daha kolay, daha direk ve doğrudan ulaşma-ulaşabilme olanağının neredeyse sınırsız biçimde genişliği, ‘‘engelsiz”liğidir. Bir muktedire ihtiyaç duymadan, en azından asgari düzeyde ve hatta esasta istediği bilgiye ulaşma, ufkunu genişletme, bilgi birikimini zenginleştirme olanaklarına bir avantaj olarak sahiptir. Dolayısıyla, bağımsız görüş ve düşünceyi geliştirme, birey olarak gelişmeleri yorumlayıp bunlar karşısında tavır-tutum geliştirme, her şeyden de önemlisi resmi görüş ve otoriteye muhtaç olmadan gelişim ve değişimi izleme, önemli oranda ihtiyaç duyduğu bilgi ve gelişmelere ulaşma, gerçeğin kendisinden gizlenmesinin zor olduğu teknoloji ve bilişim teknolojisinin sunduğu olanaklara sahip olma gibi olanaklar bu kuşağın bazı avantajları olarak sıralanabilir…
Bilgiye daha kolay ve daha rahat ulaşma olanağı, avantajın yanı sıra, negatif ters etkiyle de yansımaktadır bu kuşağa. Bilgi kirliliği bu yeni kuşak için en büyük tehlikedir. Araştırma ve incelemelerini esasta internetle sınırlayan bu kuşağın önemli kesimi, buradaki yalan-yanlış ve kirli bilgilerle haşır-neşir olmanın etkisi altında biçimlenmekte veya bu bilgiler tarafından yönlendirilebilmektedir. Kısacası, ilgili olanak ve avantajları doğru kullanma ya da kullanmamaya bağlı olarak doğru ya da yanlış şekilleniş mümkün olmaktadır.
Bu kuşak, bilişim teknolojisi ve internet sitelerinin sunduğu avantajlara esir düşen büyük kesimiyle, kolaycılık, rahatlık ve bu zeminde ‘‘tembellikle” şekillenmekte, sosyal ilişki ve canlı yaşam ilişkilerinden önemli oranda kopmakta, internet ortamı dışındaki araştırma ve incelemelerden uzaklaşmaktadır. Yorucu yoğun teorik araştırmalardan sakınıldığı gibi, uzun teorik yazıların okunmasını yük saymakta, okumamaktadır. Daha çok hazır ve kısa bilgiler almayı tercih etmekte, kafasını uzun ve ‘‘boş yazı” saydığı yazılarla yormak istememektedir.
İnternet alemi ve özellikle akıllı telefonun yaygın kullanımına bağlı olarak bu eğilimin giderek geliştiğini, adeta bir bağımlılığa dönüştüğünü söylemek abartı olmayacağı gibi, bu eğilimin bireyselliğin gelişip sosyalliğin giderek zayıflayıp insan ilişkilerinin sınırlanmasına her gün daha fazla yol açtığı inkâr edilemez bir gerçek ve gelişmenin esas yönüdür. Bu, öyle bir gerçek ve öyle bir tehlikedir ki, çocuktan gencine ve yaşlısına kadar en geniş kesimleri sarmalayarak teslim alan ve en yaygın kullanıcı bularak tam bir toplumsal bağımlılıkla adeta sanal bir hapishane yaratmaktadır…
Bu hapishanenin insanı, beyin, beden, göz, duygu-ruh-kültür gibi sağlık sorunlarından, biçimsel evrimlere kadar bir dizi etki ve değişimlere maruz olup, ciddi değişim evreleriyle gürbüz bir evrimleşmeye doğru hızla yol almaktadır. Çünkü bu insan, yeme ve beslenme alışkanlığı, fiziksel aktivite ve hareket alanı, duygu ve kültürel şekillenme, ilgi ve ihtiyaç odağı, yetenek ve yaratıcı meziyet, kullanım araçları ve yoğun zaman, sosyal ilişki ve iletişim, eğlence ve tercih, mutluluk ve arayış, güven ve özgürlük gibi parametrelerde teknolojinin sunduğu olanaklara uygun olarak derin bir yabancılaşma ve değişime koşullanmış durumdadır. Bugünden sağlık-kültürel-sosyal ve depresif sonuçları yaşanan bu sürecin, eli-yüz yıl sonraki sonuçları çok daha belirgin ve çarpıcı olarak ve daha ağır sosyal sorun veya sonuçlar biçiminde nüfuz edecektir…
Bunlardan çıkarılması gereken basit sonuçlar, 1-değişim sürecinin sakıncalı negatif eğiliminin bilinçli merkezi politika ve planlamalarla yönlendirilip kontrol edilmesi gerekmektedir. Kaçınılmaz olan değişim süreçlerinden sakınılamaz. Ancak, çarpık ve kontrolsüz biçimde sağlıksız ve yanlış olarak yaşanan değişim eğiliminin bilinçli müdahale ile olağan zeminine çekilmesi ve kontrol edilmesi gerekli ve mümkündür. 2-Pozitif değişim süreci iyi gözlemlenerek buna uygun politikaların geliştirilmesi ve bu değişimin esas alınarak ilerletilmesi, buna uygun pozisyon alınması gerekmektedir. 3-Gerici sınıf sistemlerinin tüm zarar, yıkım ve tahribatlarına karşı, alternatif sistemin geliştirilerek inşa edilmesine odaklanmalıdır. Bu köklü değişimdir; dünya gericiliği ve bilumum türevleriyle barışık bir inşa değil, bilakis bütün bunlara alternatif olan proleter sınıfın ekonomik-siyasi toplum sisteminin değiştirme pratiğiyle gerçekleştirilmesi, toplumsal ilerlemenin devrimci sıçramalarla geliştirip egemen kılması sürecidir…









