
Yazar / Nasır Çerkezyan
Yapay zekâ (YZ) ve robotik teknolojilerin insanlığın ortak mülkü olması gerektiği ve bir refah toplumu yaratarak adeta bir “altın çağa” ulaştırabileceği düşüncesi, bu teknolojilerin sunduğu potansiyele dair umut verici bir bakış açısı sunmaktadır. Ancak Marksist-Leninist bir perspektiften bakıldığında, bu potansiyelin kapitalist üretim ilişkileri içinde nasıl tezahür ettiği ve gelecekte insanlığa nasıl bir yol çizeceği, artı-değer ilişkisi üzerinden derinlemesine incelenmelidir. Kaynaklar, mevcut kapitalist sistemin bu teknolojileri kendi iç çelişkilerini derinleştirmek ve sermaye birikimini sürdürmek için kullandığını, dolayısıyla YZ’nin gerçek potansiyeline ulaşmasının ancak kapitalizmin aşılmasıyla mümkün olacağını ileri sürmektedir.
Değerin kaynağı ve artı-değerin oluşumu
Marksist iktisat teorisine göre değerin tek kaynağı emektir. Değişim değeri, her şeyden önce, kullanım değerlerinin birbirleriyle mübadele edilebildikleri bir nicelik ilişkisi olarak görünür ve aynı mübadele büyüklüğünü temsil eden apayrı kullanım değerlerinin ürünüdür. Değişim değerini yaratan emek, emeğin kendisinin özel şekline bağlı değildir; farklı kullanım değerleri, bireyden bireye değişen emeğin ürünü olmasına rağmen, mübadele değerleri olarak farklılaşmamış, eşit, genel soyut emeği temsil eder. Bir metanın içerdiği emek müddeti, o metanın üretimi için gerekli toplumsal emek müddetidir, yani belirli genel üretim şartları içinde aynı bir metanın yeniden üretimi için gerekli emek müddetidir.
Artı-değer, emek-gücünün değeri ile onun üretim sürecinde yarattığı değer arasındaki farktan doğar; kapitalist, işçiye ödediği emek miktarının üzerinde, “ödenmemiş” bir emek miktarını satın alır ve kar bu ek emekten oluşur. “Üretken emek”, işveren için artı-değer üreten emektir. Bir piyano yapımcısının çalıştırdığı işçi üretken işçidir, çünkü onun emeği yalnızca tükettiği ücreti yeniden üretmekle kalmaz, aynı zamanda piyano yapımcısının sattığı piyanoda, metada, ücretin üstünde ve ötesinde bir artı-değer bırakır. Buna karşılık, örneğin evde çalışan bir terzi, patronunun geliri üzerinden doğrudan ödendiği için üretken-olmayan bir emekçidir ve artı-değer üretmez. Bir emeği “üretken” ya da “üretken-olmayan” yapan şey, o emeğin özel türü ya da ürünün dış görünümü değildir, aksine emeğin sermaye ile mi yoksa gelirle mi değişildiğidir. Maddi üretim sürecinin bütünü açısından, bir fabrikadaki vasıfsız işçiler, ustalar veya iş mühendisleri gibi farklı görevlerdeki emekçiler de farklı düzeylerde olsa da doğrudan üretime katılırlar ve üretken emek sınıfına dahildirler.
Makineler, bu kategoriye dahil olan robotlar ve yapay zekâ da artı-değer üretemezler. Onlar sadece kendi değerlerini (üretimlerinde harcanan geçmiş emeğin değerini) üretilen mallara aktarırlar, ancak yeni değer veya artı-değer yaratmazlar. Makinenin mübadele değeri, yerini aldığı emek müddeti miktarıyla değil, makinenin yapımı için sarf edilen ve dolayısıyla aynı türden yeni bir makinenin üretimi için gerekli emek müddetiyle belirlenir. Makinenin değeri değil, kullanım-değeri emeğin üretkenliğini artırır.
Makinelerin ve yapay zekânın kapitalist üretimdeki rolü
Makinelerin ve yapay zekânın kapitalist üretimdeki temel amacı, göreli artı-değerin artırılmasıdır. Bu, aynı emek miktarıyla daha fazla meta üretilerek, birim meta başına düşen emek maliyetini ve dolayısıyla meta değerini azaltmayı hedefler. Teknolojik ilerlemeler, aynı sayıda işçiyle daha az yorucu ve daha çok üretken hale getirerek ürün maliyetini düşürür. Finans sektöründe otomasyon, paranın spekülatif yolla daha fazla paraya dönüşmesini hızlandırır. Yapay zekâ, insan bilişsel yetilerini gittikçe daha “akıllı” bir teknolojik ortam oluşturan makinelere aktararak işleri otomatikleştirir ve genel üretim koşullarının bir parçası haline gelir. Algı ve biliş gibi temel yetiler, tıpkı elektrik gibi, her yerde bulunan nesnelerin sıradan özelliklerinden biri haline gelme potansiyeli taşır. YZ ayrıca üretim ve dolaşımın çeşitli yönlerine duygusal boyutlar ekleyerek tüketimi ve toplumsal yeniden üretimi etkilemeye başlamıştır.
“İşçisiz kapitalizm” yanılgısı ve kapitalizmin iç çelişkileri
Bazı düşünürler, robotların ve yapay zekânın gelecekte insan emeğini üretim sürecinden tamamen dışlayarak bir “işçisiz kapitalizm” dönemi başlatacağını öne sürse de, Marksist açıdan bu imkânsız bir fantezidir. Çünkü kapitalist üretimin temel hedefi artı-değer üretimidir ve artı-değerin yegâne kaynağı canlı emektir. Makineler, kendi başlarına artı-değer üretemezler. Karl Marx’ın belirttiği gibi, “Makine yüzünden tüm ücretli-işçiler sınıfı ortadan kalkacak olsaydı, ücretli emek olmadıkça, sermaye olmaktan çıkan sermaye için bu ne korkunç bir şey olurdu!” Artı-değerin üretilmediği bir kapitalizm, kapitalizm değildir; bu durum, kapitalizmin inkarı anlamına gelir.
Yapay zekâ ve robot teknolojileri, sermayenin işgücünü makinelerle ikame etme eğilimini pekiştirse de, bu durum, mevcut sistemin doğasındaki artı-değer üretiminin kaynağı olan canlı emek sömürüsünü ortadan kaldırmaz, aksine bu sömürüyü farklı biçimlerde dönüştürür ve derinleştirir. Makineler her zaman göreli bir artı-nüfus, yani bir yedek işçiler ordusu yaratır. Bu durum, işçilerin ücretlerinin düşürülmesine yol açar. Kapitalist üretim, mümkün olduğunca az emek kullanma (bireysel maliyeti düşürmek için) ve mümkün olan en çok sayıda üretken emeği çalıştırma (toplam artı-değer kütlesini artırmak için) gibi çelişkili eğilimlere sahiptir.

