
“Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.”
B. Shaw
‘Vurun komünistlere!’ diyen bildik cinnet zamanlarının labirentlerinde gibiyiz…
Komünistlerin cellatlarının çokluğu, tarihin en çimentolaşmış önyargılarına hedef olmaları ve tüm zamanların en büyük günahkârı yerine konulmaları yeni değildir.
Dinsel hurafelerin, inanç eksenli mitlerin ve geleneksel toplumsal dokunun kaçınılmaz çözülüşünden kimi eski “özne”lerin şahsi ruhsal iflaslarına, sol pişmanlık ve nedamet semptomlarına uzanan türlü fenomenlerden dahi komünistlerin sorumlu tutulması da bir dereceye kadar anlaşılırdır.
Anlaşılmaz olan, antik kılan şefliği nostaljisine kapılan yeni tipte kabileciliğin ve yerel iktidar hesaplarıyla hareket eden klasik taşra siyaset madrabazlığı ile çeperdeki devlet’in sinsi anti-komünist kampanyalarının ortak bir paydada buluşmasıdır. Hatta, misyonları gereği devrimci gurupların çevresine yuvalanan çeper devlet hafiyelerinin, misyoner trollerin ihbarcı/yıkıcı faaliyetlerine objektif olarak çanak tutulmasıdır.
Ve de; dijital ağlarda oluşan her türlü ikiyüzlü, etik dışı, herbiri -ne adına olduğu tam olarak belli olmayan- sorguculara, güya “dürüstlük” adına basbayağı bir “işkence ve şiddet pornografisi” izlemeyi arzu eden vicdansızlıklara, “sanık ayağa kalk!” demeye getiren “insan hakları komisyonları”nın asli motivasyonlarına; bugün nefretle andıkları tarih üzerinden iltica statüsü gibi çıkarlar devşirme ikiyüzlülüğüne, yazılan anı/anlatı/hikaye kitaplarını aynı çevreye pazarlama pişkinliğine; “Kaypakkaya ve Oruçoğlu’nun Dersim’de, Çayan ve Cevahir’lerin Ordu’da, Cemgil’lerin Malatya-Nurhaklarda ne işleri vardı? Niye biz kabile sahiplerinden izin almadan özel mülkümüz olan coğrafyamıza girdiler?” mealindeki hezeyanlara dayalı tarih okumalarına farklı gerekçelerle seyirci kalınmasıdır.
Komünist özne olma iddiasındaki güçlerin silkinip gururla doğrulmalarına, söz konusu kaotik kuşatmaya karşı esaslı bir ideolojik-politik mücadele atılımlarına, politik/sosyokültürel paradigmaları kadar kimi örgütlenme araçlarının da aksayan yanlarını yenilemelerine olan yakıcı ihtiyaç ortadadır…
Zira sınıfsal gerilim, savaş ve yangın hatlarının çoğaldığı, kültürel dejenerasyon ve yabancılaşma formlarının engelsiz yayıldığı mevcut yerel-küresel dünya hali, komünistlerin takip edeceği doğru izlekleri fazlasıyla gereksiniyor.
Sorun, bu gereksinimlerin hangi ufuk genişliği, entelektüel donanım ve ön alıcı inisiyatiflerle karşılanacağı, yani özne olabilme sorunudur.
Sorumluluk, Önderlik, Liderlik
Stratejik liderlik, etik yol göstericilik, politik liderlik, taktik önderlik, örgütsel/ yönetsel sorumluluk gibi kavramlardan ne anlaşıldığı/anlaşılması gerektiği komünistlerin bilincinde berrak olmak zorundadır.
Söz konusu kavram ve kategorilerin ihtiva ettiği anlam farklılıklarının, aralarındaki çelişik ilişkilerin ve her birinin doğasında potansiyel halde mevcut bulunan yabancılaştırıcı ögelerinin diyalektik bütünlük içinde anlaşılması/kavranması, geleceğin toplumunu bütünden kurmaya aday özneler için tayin edici önemdedir.
Keza, yol ve ufuk açıcı eleştirelliği hafiyelik cephesinden gelen en bayağı agresif propaganda ve gammazlama/hedef gösterme köstebekliğinden ayırmak, bu sınırları net bir şekilde çizip ayrıştırma yeteneği göstermek de öyle…
“En büyük bilimsel keşif cehaletin keşfidir” sözü yol gösterici nitelikte bir soyutlamadır. Benzer şekilde, büyük ozandan esinlenerek şu hatırlatmayı yapmak da yararlı olabilir: Komünistlerin “alim olmaları şart değil ama cahil olmamaları şarttır”.
Olguların yaydığı sinyalleri önceden alabilecek, anti-kapitalist elit katmanları politik ve kültürel planda etkileyebilecek komünist aydın ve kadro kuşaklarının yetiştirilmesi ihtiyacı ertelemez bir sorumluluktur.
Sorumluluk kavramı, komünistlerin yaşam ve faaliyet tarzlarında çok önemli bir yer tutar. Onu yalnızca örgütsel bir statü kategorisine indirgemek, bir ayrıcalık ve amirlik gibi algılamak ciddi ve tahripkâr bir yanılgıdır.
Sorumluluk, her şeyden evvel kişiyi var eden etik ve sosyal değerler toplamının önemli bir öğesidir.
Yanı sıra, angajmanlarında samimiyet, politik-kültürel tercihlerde bilinç ve tutarlılık, gönüllülük esasıyla üstlenilen sorumlulukları bir öz disiplin eşliğinde ifa edebilme, hesap verebilme gibi kâmil değerleri de kapsar…
Bir etik değerler/normlar bütünlüğüne sahip olma zorunluluğu, sorumluluk merci ve duygusunun asla unutulmaması gereken, yegâne başlangıç kaynağıdır…
Önderlik kavramı, radikal sol terminolojinin en sık kullanılan, bir yanıyla da hayli hırpalanmış kavramlarından biridir.
Daha çok politik alanda -ve sıklıkla da liderlikle özdeş anlamda- kullanılan bu kavramdan bugün anlaşılması gereken nedir?
Komünistlerin, önder(lik) gibi ayrıcalık ve hiyerarşik konumları da çağrıştıran/sağlayan statü ve kavramlara genel plandaki eleştirel yaklaşımları biliniyor. Ama aynı zamanda, içinde yaşadığımız acımasız sınıflı/çatışmalı toplum gerçeği ve bu nesnel gerçeğin gerektirdiği önderlik gereksinimine nasıl baktıkları da biliniyor.
Sınıfların varlığını, aralarındaki ezme-ezilme ilişkisini ve bu nesnel oluşumun yarattığı önderlik ihtiyacını komünistler icat etmedi. Onların yaptığı şey, diyalektik-maddeci tarih bilimi sayesinde tarihsel olguların, onların maddi, toplumsal dayanaklarının tesbiti ve sınıflar arasındaki mücadelenin tarihsel seyrine dair öngörüleri ve bir özne pozisyonundan müdahaleleri oldu.
Önderlik meziyeti ve kapasitesi tanrı vergisi değil, tarihsel bir oluşumdur. Adanmışlık, cüret ve samimiyet gibi insani değerlerin yanısıra yaşanmışlık ve deney birikiminin süzülmesiyle oluşan, kaydadeğer bir bilgi envanteri ve soyutlama çapının eylemle birleştiği bir kategoridir…
İsabetli bir tarih ve mevcut zaman okuması, kaos hallerinden doğru yoldan, can ve enerji tasarrufuyla çıkabilme yeteneği, stratejik hedeflerinden sapmayan taktik esneklik kabiliyeti, yığınların ileri işçi ve işsiz kesimlerinden başlayarak onları örgütleme mahareti, polisiye faaliyetleri boşa çıkaracak baraj ve savunma mekanizmalarının oluşturulması gibi yaratıcı inisiyatifler de önderliğin sorumluluk sahasına dahildir…
Liderlik kavramı ve statüsü, antik Yunan’dan Mısır’a, Çin’den Kara Afrika ve Amerikan yerli kandaş topluluklarına, oradan günümüze değin uzanan tüm zaman ve mekânlarda rastlanan bir olgudur.
Sümer ve Mısır gibi kimi antik toplumlar liderlerine tanrısal özellikler atfedenken, Eski Çin, Yunan ve kimi başka toplum ve topluluklarda ise liderler her konuda nasihat alınacak bilgeler, filozoflar olarak görülüyordu.
Günümüz komünistlerinin perspektifinde liderlik, kulluk ve tapınma üreten kült ve şefliğin uzağında, mülkiyet evreninden derinlemesine kopmuş, etik önderliğin güvencesi, bilgelik/düşünürlük sınırında bir yerlerde konumlanmayı gerek kılar.
Çok ideal gibi görünen bu lider(lik) profili, aslında hiçte mükemmel ya da yaşanmamış değildir. Bırakalım, saygınlık ve bilgeliklerinden başka hiçbir ayrıcalıkları olmayan eski tip avcı/toplayıcı komünlerin yaşlı liderlerini, 20. Yüzyıl devrimlerinin ilk kuşak liderlerinin pek çoğu bu profildeki liderler idi.
Komünizm ufuklu devrimci bir liderlik, cennetin yolunu gösteren bir liderlik değildir. Ama, burjuva-kapitalist dünyanın insan ilişkilerinde yarattığı yıkıma alternatif dayanışma ağları yaratması, örgütsel mekanizmalarına provokatörlerin giremeyeceği, girse bile barınamayacağı yeni bir duygudaşlık, yoldaşlık, güven ve etik değerler üzerine inşaa edilmiş yeni bir anlam örgüsü yaratması pekâlâ mümkündür.
Bürokratlaşma, güç ve makam tapıncı gibi yabancılaşma formlarına tenezzül etmeme, engin ve derin düşünme, düşünceleriyle uyumlu ve sade yaşama, hesapsız çalışma gibi kültürel-etik değer ve güzelliklerin yeni baştan inşası erişilebilir hedeflerdir.
***
Komünistler, sorumluluk, önderlik ve liderliğin mahiyetini, bugün karşı karşıya bulunduğumuz girift sorunların ve yaşadığımız yüksek dozdaki moral-güven bunalımının, insanın çok boyutlu parçalanışının nedenlerini doğru anlamak zorundadır.
Komünist özneler, bütün bu ve türevi sorunların yalnızca geçmişi kaba totolojik yaklaşımlarla anmak ve yavan şiirsel aforizmalar yazmakla çözülemeyeceğini bilirler/bilmek sorumluluğuyla yüz yüzedirler.
Yeryüzündeki mega kötülüklerin en derindeki nedenlerini eylemli sorgulamak, sınıflı/devletli bir toplum modeline alternatif olma mücadelesine baş koymak kolay iş değildir. Bu nedenle de tarihleri boyunca komünistler, büyük düşmanlıklar, ağır ideolojik-kültürel kuşatmalar ve emsalsiz güç eşitsizlikleri altında yürüdüler hep…
Yenilgi ve ağır güç kayıplarını izleyen zamanların ölümcül nedameti, yozlaşması ve bin bir pişmanlık buhranının patolojik öfkesiyle çeper devlet’in paraleline düşülmesinin yarattığı ek güçlükler de cabası…
Devam edecek…









