Connect with us

Makale

“AHA CUNTA GELDİ!”

Evet, cunta gelmişti, Hasan Mutlucan Köroğlu türküsünü bitirmiş, “Yine de şahlanıyor, Kolbaşının kır atı, görünüyor bize Serhat Yolları’na başlamıştı. Rüya değildi, gerçekten cunta gelmişti ve cuntanın gelişiyle birlikte bizim “Aha cunta geldi.” latifemiz bir daha dirilmemecesine musalla taşına yatırılmış ve her elektrik kesilişinde söylenen bu sözün gülmece gücü de ölüp gitmişti.

   12 Mart Askeri darbesinden ve Siverek bağlarındaki üçlü ( İbo, Bora ve ben) tartışmalardan sonra, varlık ve yaşam duygumun özünde garip değişmeler oldu. Neremde bilmiyorum ama bir yerimde bir kara delik açıldı. Gizemli, cazip seslerin sesler ürettiği bu kara delikten garip gölgeler çıkıyor, ruhumun girilmesini istemediğim yerlerinde gezinip duruyordu. Siverek bağlarından kopup içime yerleşen muzip bir ses, bu gölgelerin, bazen benim hatalarım, bazen de Ermeni ve Süryani mallarıyla palazlanan insanlar olduğunu telkin ediyordu. Bağ kütükleri arasında yürürken gördüğüm her semiz insanı bu gölgelere benzetiyor ve o anda şiirimi sözcük sözcük kurayım derken, kendimi kuruyordum. Uykularımın ipek huyu parçalanmıştı. Bazı geceler, o muzip sesin ‘aha gölgeler geldi,’ diye mırıldanması üzerine uyanıyor, bir daha da uyuyamıyordum.

   12 köy sahibi olan Şeyh Halit Gülpınar’ın yaşlı marabalarından birinin evinde barındığım günlerde, bendeki değişim daha bir derinleşti. Gövdelerimizi, belimize kadar kürsünün altındaki mangal sıcaklığına daldırdığımız kış geceleri, adamın, marabalara ve Ermeni tehcirine ilişkin anlattığı hikayeler, kalıplarımı, mazmunlarımı iyice kırdı. Masallara meftun olan bir çocuk gibi  tehcire ilgi duyduğumu, peş peşe sorular sorduğumu anlayan adam, iyilik yapmak babında, beni alıp aksakallı bir adama götürdü. Adamın iki karısından Ermeni olan, evinde kaldığım adamın deyimiyle kafle (dönme) olan iki yıl önce ölmüştü. Aksakallı hiç çekinmeden anlatmaya başladı tehcir dönemini. Direndikleri için yanan evlerin, el konulan malların mülklerin, kaçırılan kadınların kızların, satılan çocukların arasında buldum kendimi birden. Bir ara, ıhlamur kaynatıp getirdi evin kızı. Hikaye, Urfa’ya kaydı. Ak Sakallı, Urfa’da evlerin ateşe verildiğini, gecelerin aniden uzadığını ve karanlıklarda gezinen silahlı gölgelerin çoğaldığını hikaye etti uzun uzun. Evden ayrıldığımızda zeminim dağılmışa benziyordu; ‘fermana fille’ uygulaması gereğince ev ev tutuklanmış, toplu halde götürülüp, ya tehcir kafilelerine katılmış, ya da şehrin dışındaki derelerde kurşuna dizilmiştim. Yorgundum.

   O günden sonra, akli melâikelerim huysuzlandı. Toprak damlı bitişik evlerin ve daracık küçelerin oluşturduğu labirentte gezinirken, hangisi Ermenilere ait, hangisi değil diye evlere bakıp durdum; şalvarlı, sekiz köşeli kasketlilere,  lacivert çarşaflılara bile çarptığım oldu. Yeryüzü, kırıma uğramış, kırım yapmış bir halk yığını gibi görünüyordu bana. Yeninin, sapkının, aykırının güzel tadını; insanın içinde, yani boşluğunda mit yaratan şeylerin tadını; yani kısacası, alışılmamışın leziz tadını zevkle alamıyordum artık. Tehcir yollarındaki bütün Ermeni kafileleri,  açlık, çıplaklık, çul ve çaput yığını halinde gelip içime, giremediğim derinliğime giriyor, orda kırıma uğruyor, eksiliyor ve arta kalan yaralılarını yüklenerek ve beni de peşine takarak, benden çıkıp gidiyordu.

   Bu durumum, Siverek’ten sonra, bir yıl Dersim dağlarında gezinirken ve yaşlı köylülerin anlattıkları  Ermeni  ve Dersim tertelelerini dinlerken de sürüp gitti. Mağaralarda, tek başıma ateş yakıp doğayı dinlediğim anlarda, içimde gezinen ve ‘Aha gölgeler geldi,’ diye mırıldanan o ses hep benimle birlikte oldu. Uzatmayayım, bir zaman sonra yakalandım, Selimiye Kışlası’nın eskiden katır ahırları olarak kullanılan yeraltı koğuşlarından birine kapatıldım. Bir gün ranza arkadaşım, elektriklerin aniden kesilmesi üzerine, ‘Aha cunta geldi,’ diye mırıldandı. Daha önce, geceleyin ‘Aha gölgeler geldi,’ diye sayıkladığımı söylemişti bana.

   O günden sonra, nasıl olduysa, “Aha! cunta geldi” kültürü gülümsemelerimizin aracı oldu. Karavanadan sonra, ranzalarımızda rehavetle sırtüstü serilip sayfalara daldığımızda bazen elektrikler kesiliverirdi. Tabii kesilmesiyle birlikte üç beş kişiden “Aha cunta geldi!” sözünü işitir, gevşek gevşek gülümser, canlanan cunta anılarımızı anlatırdık ranza arkadaşımıza. Cezaevi hamamında, her küvetin başına altı-yedi kişi kümelenirdi. Su şırıltıları, madeni kap sesleri,  “Gel, gel sırayla birbirimizi keseleyelim,” teklifleri, “Benim sabunumu kim aldı,” çıkışları birbirine karışarak tatlı bîr uğultu halini alır, hamamı şen-şatır bir havaya sokardı. Koyun koyuna, sevinçle, ördek yavruları gibi yıkanırdık. Bazan bu tatlı ortamda elektrikler aniden kesiliverirdi. Tabii kesilmesiyle birlikte malum tepki yükselirdi, “Aha! cunta geldi!” Kahkahaları koyuverirdik. Laf ustalarının çenesi açılırdı. “Arkadaşlar iyi sabunlanın, basıldık!” 

   Bazı cezaevlerinde, koğuşun ışıkları gece yatarken de söndürülemezdi, yasaktı. Gece uyuyamayan birkaç kişi kalkar, kitabını açar bir şeyler okumaya çalışırdı. Bazen bu tip ölü saatlerde elektrikler aniden kesilirdi. Kitap okuyanlardan birisi, “Aha! cunta geldi!” demeden edemezdi. Tabii benim gibi uyur-uyanık kestirenler, yani tavşan uykusundan olanlar, “Aha! cunta geldi!” mırıldanışını duyar, yorganın altında hafif kaşınarak yatış pozisyonunu değiştirirdi. Bazen da tam sayım anında elektrikler kesilirdi, “Aha! cunta geldi!” sözüyle gardiyanların ellerinde fenerlerle koğuşa girişi aynı ana denk gelirdi. Ve gerçekten de cunta gelmiş gibi olurdu ve bir hayli gülerdik. “Aha cunta geldi!” Kültürü 12 Mart tutuklularında ya da 12 Mart’tan arta kalanlarda bir hayli derindi. Tuvalete oturan bile, elektriğin kesilmesiyle birlikte “Aha! Cunta geldi!” diye mırıldanmaktan ve tabii hemen ardından gülümsemekten kendisini alıkoyamıyordu. “Aha! Cunta geldi!” edebiyatı 12 Eylül’e kadar sürdü. 

   Niğde Cezaevi’ndeyiz. Koğuşun elektriklerini söndürmüş mışıl mışıl uyuyoruz. Yatakhanenin altında yemekhane var, orada her gece birkaç kişi geceliyordu. Gecenin kör saatinde, bu birkaç kişiden bir tanesi, yatakhaneye girerek “Aha cunta geldi, kalkın arkadaşlar.” diye seslendi. Yorganımın altında, “Densiz herif, gecenin bu saatinde böyle şaka yapılır mı?” diye mırıldanarak sağımdan soluma döndüm. Köşedeki ranzadan haşin bir çıkış oldu. “Münasebetsizliğin lüzumu yok, şakanın da bir yeri zamanı var.” Bir başka ses, “Bu Kazım son zamanlarda iyice zıvanadan çıktı, hapislik koymaya başladı alttan alta, yatamıyor.” İtirazlar karşısında, “Aha cunta geldi” diyen gayet içten ve langur lungur gülmeye başladı. Cuntanın geldiğinde ısrar bile etmek istemiyor, sadece gülüyordu. Derken yemekhanedeki gececilerden birisi daha girdi yatakhaneye. Bu Memed Ali’ydi ve benim gibi tipik bir köylüydü. “Arkadaşlar kalksanıza cunta geldi!” diye bağırdı. Yatanlardan bir tanesi, “Buyur burdan yak, Memed Ali de su koy vermeye başladı.” Memed Ali ciddiydi ve ikinci kez bağırdı. “Yahu şerefsizim doğru söylüyorum, askeriye idareye el koydu kalksanıza!” Memed Alİ’nin “Şerefsizim” sözü beni ciddi ciddi düşündürdü. Üstelik üç gün önceki koğuş tartışmalarında cuntanın gelebileceğini savunmuştum. Ama “Aha! cunta geldi!” Kültürü bende derin olduğu için bir türlü inanamıyordum. 

   Memed Ali ısrar ediyordu. “Yahu inanmıyorsanız, yemekhaneye inin, radyo bangır bangır cuntayı İlan ediyor. Hasan Mutlucan Köroğlu türküleri söylüyor.”

   Önce tek tek dolmuşa geliyormuşuz gibi, sonra da gruplar halinde, merdivenlerden terlik şapırtılarıyla yemekhaneye inmeye başladık. Askeri marşlar çalınıyor, cunta dönemlerinin davudi sesi Hasan Mutlucan,  Köroğlu’nun, “Mert dayanır namert kaçar/ Meydan gümbür gümbürlenir,” türküsünü okuyordu. 

    İçimizden biri, “Hadi gözünüz aydın, ‘aha cunta geldi.’ diye diye en sonunda cuntayı da getirdik. Üstelik adamlar elektrikler kesilmeden geldiler.”   

   Evet, cunta gelmişti, Hasan Mutlucan Köroğlu türküsünü bitirmiş,  “Yine de şahlanıyor, Kolbaşının kır atı, görünüyor bize Serhat Yolları’na başlamıştı. Rüya değildi, gerçekten cunta gelmişti ve cuntanın gelişiyle birlikte bizim “Aha cunta geldi.” latifemiz bir daha dirilmemecesine musalla taşına yatırılmış ve her elektrik kesilişinde söylenen bu sözün gülmece gücü de ölüp gitmişti. 12 Eylül’den sonra bu sözü hiç kimse ağzına almadı. Bu sözü en son, Almanya’da bir evde, toplam üç cuntanın birisini dışarda, ikisini ise içerde geçirmiş, tekerlemeci bir cunta fobiyanı olarak ağzımdan kaçırdım. Birlikte kaldığım arkadaş haberim olmadan elektriği söndürdü. Elektriğin kesildiğini sanarak gayri ihtiyari, “Aha cunta geldi,” dedim. Arkadaş, ” O ne demek?” diye sordu, hikayeyi anlattım, güldü

   “Bugünkü şartlarda Batı’da ne elektrik kesilir, ne de cunta gelir” dedi. 

   “Belli olmaz, kesin konuşma,” dedim.



Mart 2025
PSÇPCCP
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930
31 

More in Makale