Konuya girmeden önce, İsrail devleti hangi tarihsel koşullarda ve nasıl bir dünya konjonktüründe, hangi emperyalist güçlerin desteğiyle kuruldu? İsrail’in bugün ne yaptığına bakmadan önce; tarihsel olarak İsrail devletinin nasıl kurulduğunun konumuz açısından öncelikle bilinmesinin önemli olduğunu vurgulamak isteriz.
İsrail Devleti’nin Kuruluş Süreci ABD’nin Öncülüğünde Emperyalist Projedir!
Siyonizm’in ortaya çıkışı ve doğuşu 19.yüzyıl sonuna tekabül eder. Avrupa’da artan anti-semitizm ve ulus- devlet milliyetçilikleri içinde, Siyonizm, Theodor Herzl önderliğinde 1897 yılında yapılan Basel Kongresinde ortaya çıktı. Bu kongrede şekillenip ortaya çıkan plan, Filistin’de Yahudiler için bir ulusal yurt- devlet kurmak fikri ve projesidir.
1. Emperyalist paylaşım savaşı sürecinde, 1917’de İngiltere Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de “Yahudi ulusal yurdu-devleti” kurulmasını destekledi. Zaten 1920-1948 yılları arasında Filistin, İngiliz emperyalistlerinin himayesi, eski deyimle mandası altına girmişti. İşte böyle bir tarihsel süreçte İngiltere Yahudi göçünü kolaylaştırıp hızlandırarak ve Filistin’de toprak satın almalarını teşvik ederek altyapısını oluşturdu, İsrail devletinin kurulma projesini fiilen destekledi.
2. Emperyalist Dünya Savaşı sürecinde ise Nazi Almanya’sının Yahudi Soykırımı (Holokost) sonrasında, Avrupa’daki büyük güçler, Yahudi mülteci sorununu çözmek için saf tutup, hizalandılar. Bu dönemde, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası İngiltere’nin gerileyip ABD’nin öne çıkması, kendini dünyanın en büyüğü görmeye başlayan ABD emperyalistleri de bu sürece daha hızlı ve aktif bir biçimde katıldı. Bu altyapı hazırlığının hayata geçmesi için Birleşmiş Milletler, 1917’de Filistin’in ikiye bölünmesi planını (Yahudi devleti ve Filistin-Arap devleti olarak ikiye bölünmesini) onayladı. Araplar Filistin’in ikiye bölünmesine karşı çıkarken, Yahudiler tabii ki memnuniyetle kabul etti. Emperyalist güçlerin desteği ve himayesinde gelip Filistin’de devlet kurmuşlardı. Ve arkasından 14 Mayıs 1948 yılında David Bon Gurion tarafından İsrail devletinin kurulduğu tüm dünyaya resmi olarak ilan edildi.
Ve hemen akabinde Arap-İsrail savaşı başladı. Bu savaş sonunda İsrail Devleti Birleşmiş Milletler planında öngörülenden daha fazla toprağı ele geçirdiği gibi, 750 bin Filistinliyi de sürgün etti. Filistin tarihinde bu felaketin adı “NAKBA” olarak ifade edilir. Siyonist İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte Filistinlilere ve genelde Araplara karşı bitmez, tükenmez ve hiçbir zaman durmayan saldırganlığı ve katliamları o gün bu gündür kesintisiz devam etmektedir.
İsrail devletinin kuruluşunda belirleyici emperyalist güçler olarak; İngiltere, manda yönetimi döneminde Baflour Deklarasyonu’yla kuruluşunun altyapısını hazırladı. Daha sonra sahneye çıkan ABD ise 1940’dan itibaren İsrail’in en güçlü destekçisi olup, diplomatik tanıma ve çok önemli askeri yardım yapmasıyla büyük destek verdi. Batı Avrupa devletleri de ABD’nin bu hamlesine karşılık İsrail’in meşruiyetini tanıyarak, siyasi-ekonomik destek sunarak, uluslararası alanda kabulünü sağlamış ve sağlamlaştırmışlardır.
Özet olarak ifade edecek olursak; İsrail devleti, 19. yüzyıl sonu Siyonizm’in fikri zemini, İngiltere’nin Filistin üzerindeki manda yönetimi desteği, 2.Dünya Savaşı sonrası ABD başta olmak üzere Batılı emperyalist güçlerin siyasi, ekonomik, askeri ve politik desteğiyle gelip Filistin topraklarında yapay ve “korsan” bir devlet olarak kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren Orta Doğu’da tipik bir “terör devleti” niteliğini günümüze kadar sürdürmüş ve günümüz dünyasında daha da pervasızlaşarak sürdürmeye devam etmektedir.
Şimdi Siyonist İsrail devletinin ne yaptığına ve Orta Doğu’da ne yapmak istediğine gelebiliriz.
Örneğin; İsrail’in son birkaç yıldır bölgede izlediği siyasi-askeri çizgisine ve stratejisine bir mercek tutalım:
İsrail’in son birkaç yıldır, özellikle 2020’den itibaren bölgede izlediği siyasi- askeri stratejiye bakarsak, birkaç temel nokta öne çıkıyor.
1) Filistin Politikası
2021, 2022 ve özellikle 2023-2024-2025 Gazze savaşı ile birlikte İsrail, hiçbir kural, uluslararası hukuku tanımadan Hamas’a, diğer direniş güçlerine ve sivil Filistin halkına karşı çok acımasız ve sert askeri operasyonlar düzenledi. Bu operasyonlar büyük sivil kayıplara, katliamlara ve tahribatlara neden olarak, dünya halklar cephesinde büyük tepkilere, protestolara neden oldu ve İsrail’in bu saldırganlığı dünya çapında teşhir edildi. İsrail bu saldırılarla birlikte Batı Şeria vb. yerlerde yerleşim alanlarını hızla genişletti ve artırdı. Filistin yönetimini zayıflattı. Böylece fiilen iki devletli çözüm ihtimali ve olasılığını daha da geri plana itti ve çok daha zayıflattı.
2) Arap Dünyasıyla İlişkiler Boyutu
İsrail, 2020 yılında yapılan “İbrahim Anlaşmaları” ile Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan ile normalleşme (tabii ki ABD öncülüğü ve aracılığı ile) adımları geliştirdi. Ve bu anlaşmalar İsrail’in bölgesel yalnızlığını ve izolasyonunu kırmış oldu. Ayrıca Suudi Arabistan ile ABD arabuluculuğunda ilişkilerini geliştirdi. Zaten Orta Doğu’da İsrail’in “İbrahim Anlaşmaları”nın politik arka planında ABD’nin olduğu bilinen bir gerçekti…
3) İran ve Bölgesel Güçlerle Mücadele
İsrail, İran’a karşı “nükleer program” gerekçesi ile (ABD’nin politik manevrası gereği) sürekli tehdit, diplomatik ve askeri baskı politikası izledi ve yürüttü. Suriye ve Lübnan’da Hizbullah kadrolarına ve milislerine yönelik yüzlerce hava saldırısı düzenledi. Böylece İran’ın İsrail sınırına yakın bölgelerde güçlenmesini engellemeye çalıştı. Ayrıca daha sonra ABD’den ve Batılı güçlerden de büyük destek alarak İran’a saldırdı.12 gün süren bu savaşta İran yönetim kademesinden büyük kayıplar ve yıkım yaşanmış olsa da İran da İsrail’in çok güvendiği hava güvenlik sistemini delerek İsrail şehirlerini vurmuş ve kolay yutulacak bir lokma olmadığını İsrail’e göstermiştir.
4) Avrupa Emperyalistleri ile İlişkiler
İsrail devleti, geçmişe göre ABD ile siyasi, ekonomik ve askeri ilişkileri çok daha güçlendirdi. ABD’den gelişmiş teknolojik silahlar ve milyarlarca dolar ekonomik destek aldı. Avrupa’da ise özellikle Gazze’deki operasyonlar yüzünden eleştiri-tepkiler ve kitlesel protesto hareketleri arttı ama devlet yönetimleri ve hükümetlerinden ciddi bir tavır olmadı. Bazı batı devletlerinden kısmi-cılız sesler çıksa da genelde İsrail’in katliam ve soykırım boyutunda saldırılarını-“İsrail’in kendini savunma hakkı”- diyerek meşru görmeye ve göstermeye devam ettiler, ediyorlar.
5) İç Siyastte
Netanyahu hükümeti son yıllarda daha aşırı sağ, dindar, faşist ve ırkçı partilerle ittifak kurdu ve bunu sürdürüyor. Zaten kendisi de farklı değil. Yani sınırsız ve vahşi saldırganlığın önünde bir engel yok. Orada da yargı reformu tartışmaları 2023’te büyük kitlesel protestolara neden oldu. Derin kutuplaşmalara neden oldu. Ama geçtiğimiz günler ve haftalarda önemli bir gelişme olarak, savaşa karşı yarım milyon insan genel greve gitti ve İsrail’de hayatı durduruldu. Yine savaşa ve Filistin’e saldırılara karşı “askere gitmeme” kampanyaları yapıldı. Yani İsrail halkının önemli bir kesimi de savaş ve saldırganlığa karşı önemli bir muhalefet yürütüyor.
Özet olarak ifade edecek olursak; Siyonist-faşist İsrail devleti son iki-üç yılda, Filistin’de kontrol ve hakimiyetini askeri işgal ile genişletti. ABD stratejisi kapsamında ve ABD’nin fiili müdahalesiyle Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkiler geliştirdi ve “İbrahim Anlaṣmaları”yla açılım yapıp, bölgedeki izolasyonunu kırmaya çalıştı. ABD desteğini her alanda daha çok artırdı. Diğer taraftan bununla birlikte Gazze’de yaptığı katliamlar ve soykırım boyutuyla da uluslararası kamuoyunda oldukça teşhir oldu.
Siyonist İsrail devletinin kendi siyasi amaç ve hedefleri dışında, esasta onu yönlendiren ve bir tetikçi gibi kullanan başta ABD ve AB emperyalist güçlerinin bölge hegemonya stratejisidir. Alınan rolün özeti budur. Öne çıkan çıkar birliği olarak birkaç başlıkta bunu ifade etmek konumuzu anlaşılır kılacaktır.
1) Bölgesel Üs ve ABD’nin Yayılmacı Karakolu Olarak İsrail!
ABD ve AB emperyalizmi, Orta Doğu’da güvenilir, istikrarlı bir müttefik arıyor. Arap ülkeleri istikrarsız, İran zaten ABD-AB emperyalist blok karşıtı ve esas hedeflerindeki büyük güç olan Rusya ve Çin’e sırtını dayayan bir ülke.
İsrail ise ABD-AB’ye tam uyumlu hareket eden, askeri teknoloji ile donatılmış bir devlet. İşte tam da bu özeliklerinden dolayı, ABD-AB emperyalist güçleri açısından İsrail bölgede tam bir ” ileri karakol” vazifesi görüyor.
2) Enerji ve Ticaret Yollarının Güvencesi olarak İsrail
ABD ve AB emperyalist güçler için, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve enerji koridorları çok önemli. Ayrıca diğer taraftan Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki normalleşmeyi de Batı güçlerinin enerji güvenliğini güçlendiren bir adım olarak görmek gerekiyor. Bu alanın güvenceye alınması, rakip emperyalist bloğun bölgesel dinamikleriyle etkisizleştirilip geriletmesi, sahada bir üstünlük kurma sonucunu doğurur. İsrail üzerinden Filistin’den Yemen’e, Suriye’den İran’a genişletilen askeri saldırılar bu kapsamda okunmalıdır.
3)İran ve “Direniş Ekseni”ni Sınırlama
ABD-AB emperyalist güçleri, İran’ın nükleer silah geliştirmesini, Orta Doğu’da güçlenip etki alanını genişletmesini kesinlikle istemiyor. Ve dolayısıyla İsrail, bu konuda ABD-AB emperyalist güçlerin fiili askeri gücü gibi hareket ediyor. İran’a, Hizbullah’a, Hamas’a ve Yemen’de Husiler’e karşı askeri saldırılar ve kadrolarına karşı nokta operasyonlarıyla suikastlar hem kendi bölgesel çıkarları hem de emperyalist efendilerinin çıkarlarını korumak için yapıyor.
4) Arap Dünyasını Parçalama ve Dizayn Etme
ABD öncülüğünde İsrail’in bölge Arap devletleriyle “normalleşme” stratejisi Arap ülkeleri devletlerinin, Filistin davası etrafında birleşmesini (zaten pek birleştikleri de görülmedi) engelleme amaçlıdır. Parçalanmış bir Arap coğrafyası gerçeğinde, emperyalist stratejilerin kendisine alan yaratması daha geniş olanaklar elde edeceği gibi, karşıt güçlerin etki alanını da zayıflatacaktır. Bundan dolayı İsrail üzerinden, Arap halklarıyla yönetim arasındaki mesafe ve çelişki özellikle Filistin konusunda gerilmektedir. Halklar Filistin davasını savunurken, İsrail ve ABD ile iş tutan işbirlikçi yönetimler, Filistin sorununda, hegemonya güçleriyle aynı siyasal kulvarda konumlanmaktadırlar.
5) Silah ve Teknoloji Pazarını Kontrol
Siyonist İsrail devleti hem AB ülkelerinden yüksek teknoloji silahlar alıyor, hem de kendi geliştirdiği teknolojileri ABD ve Avrupa ile paylaşıyor. Ve Orta Doğu’da ki sürekli savaş hali – çatışmalar, özellikle AB emperyalist güçlerinin silah sanayisine büyük bir pazar ve kaynak yaratıyor. İşte İsrail devleti de tam bu pazarın, alanın ve mekanizmanın merkezinde yer alıyor.
Daha da somutlaştırarak ifade edecek olursak; ABD ve AB, esasta İsrail’den şunu yapmasını istiyor:
Orta Doğu’da yayılmacı-talancı çıkarlarını koruyan ileri bir karakol olmak, İran ve direnç noktalarını sınırlamak, enerji ve ticaret yollarının güvenliğini sağlamak, Arap dünyasının birleşmesini engellemek ve emperyalist silah sanayisini beslemek, ona pazar yaratmak. Bunlar zaten AB emperyalist güçlerinin siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarını korumanın yanında, İsrail’in siyasi amaç ve hedefleriyle de tam örtüşen ve İsrail saldırganlığına “Batı şemsiyesi” altında sınırsızlık tanıyan güçlü ve stratejik bir konumdur.
Siyonist-Faşist İsrail Devleti veya Bugünkü İktidarın Gazze’de Uyguladığı Soykırım Politikası
İsrail, Gazze’deki operasyonlarını ” Hamas’ı yok etmek” olarak açıklıyor. Ancak tüm dünya kamuoyunun gözü önünde yapılanlar, sahada ortaya çıkan tablo, sivil halkın kitlesel şekilde hedef alınması, altyapının yok edilmesi; gıda, su, elektrik gibi temel yaşam ihtiyaç maddelerinin ambargo ile engellenmesi, insanların açlık ve susuzluğa mahkum edilerek, askeri saldırılarla uygulanan soykırımın kıtlık siyaseti ile boyutlandırılması biçiminde uygulanan stratejidir. Burada sorun Hamas’ın tasfiyesini aşmış, Filistin ulusunun Gazze’den tasfiyesi biçimine dönüşmüştür. Zaten amaç budur.
Uluslararası hukuk açısından da sivilleri aç bırakmak, zorla yerinden etmek, aç bırakarak ölümlerine neden olmak, kitlesel imha silahlarıyla öldürmek soykırım suçudur. Zaten dünya kamuoyunda pek çok hukukçu ve siyasetçi, İsrail’in bu politikalarını “soykırım” veya “etnik temizlik” olarak görüyor ve tanımlıyor. Siyonist- faşist İsrail bunu reddediyor ama fiiliyatta ortaya çıkan durum, Filistinlileri topraksız, devletsiz; aç, susuz ve temel yaşam güvencelerinden yoksun bırakmak üzerine kurulu soykırım siyasetidir. Her gün sokaklarda insanların katledilmesi, yardım noktaları ve yardım taşıyan gönüllülerin askeri operasyonlarla vurulması, hastane başta olmak üzere kamu hizmet binalarının bilinçli askeri hedef seçilmesi, inkar-imha- jenosit politikasıdır. Tarihsel acılardan emperyalist laboratuvarlarda canilik üretmek bu olmalı. Tarihte Nazilerin kendi halkına ve atalarına yaptıkları soykırım politikaların benzerlerini bugün Siyonist İsrail devleti Filistin ulus ve halkına yapmaktadır. İşte size mülkiyetçi-egemenler dünyasının, emperyalist-kapitalist sistemin (yıkılıp tasfiye edilmediği sürece) değişmeyecek barbar ve kanlı yüzü!..
Saldırgan, işgalci İsrail devletinin bu kadar sert ve acımasız politika izlemesindeki temel amaçlarından biri, Filistin ulusal direnişini, Filistin toplumunu sindirip, direniş gücünü tamamen kırmak; insanları göçe zorlayarak, Gazze’yi yaşanmaz hale getirmek, boşaltmak ve Gazze’yi gasb etmektir. Faşist Netanyahu’nun şefi Trump zaten bunu dünyaya ilan etmişti.
Öte yandan bu savaş, Netanyahu ve ittifak hükümetinin iktidarlarını korumanın, güçlendirmenin ve sürdürmenin de bir aracı haline geldi. Çünkü savaş ve güvenlik politikalarıyla milliyetçi, dinci ve ırkçı politikalarla kitleleri galeyana getirip, içerdeki yolsuzluk davalarını (özelikle Netanyahu ile ilgili), ekonomik sorunları, toplumdaki kutuplaşmayı gölgelemeye çalışıyorlar.
Uluslararası siyasi konjonktür açısından da İsrail, ABD ve AB güçlerin koşulsuz desteğine güvenerek bu insanlık dışı, soykırımcı ve acımasız politikalarını pervasızca sürdürmeye devam ediyor. Bu politikalara karşı uluslararası kamuoyunda ezilenler cephesinde yürüyüş ve protestolar artsa da, büyük güçler ve hükümetler düzeyinde ciddi bir itiraz olmadığı için, İsrail kendisini sınırsız hareket etme hissi ve serbestliğinde görmeye devam ediyor.
Özet olarak, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü siyaset şu strateji üzerine yürüyor:
Askeri olarak Hamas’ı ve direncini bitirmek, stratejik olarak Filistin ulusunun varlık iddiasını ve direncini kırmak, İsrail iç siyasetinde de faşist Netanyahu iktidarını korumak ve sürdürmektir.
İsrail’in bölgede yürüttüğü bu siyasi stratejik planını, klasik bir savaşın ötesinde, uzun vadeli, derinlikli demografik ve siyasi mühendislik projesi olarak okumak ve görmek gerekir.
İsrail’in, Orta Doğu ve Filistin üzerinde yürüttüğü bu siyasetin ve stratejinin nihai hedefleri buna yeterince açıklık getiriyor.
1. İsrail kendini sürekli olarak tehdit altında gördüğü için (bunun geçmişte toplum olarak yaşadığı büyük soykırım travmasından kaynaklı olabileceğini düşünmek gerekir) “varlığını garanti altına alacak” mutlak bir güvenlikli düzeni kurmak istiyor.
2. Filistin’in bağımsız devlet kurma ihtimali ve olasılığını ortadan kaldırmak, Filistinlileri parçalı, dağınık, zayıf ve kontrol altında tutulacak bir topluluk haline getirmeyi hedefliyor.
3. Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini kalıcılaştırmak, genişletmek ve Kudüs’ü tartışmasız şekilde kendi başkenti yapmak.
4. Önemli bir bölgesel güç olmak için, Arap dünyasının birleşmesini engelleyerek, İsrail’in Orta Doğu’nun en güçlü, en baskın siyasi-askeri gücü konumuna getirmek, İran’ın etkisini sınırlamak, ABD ve AB adına bölgesel çıkarların koruyucusu olmak.
5. ABD ve AB emperyalist bloğunun desteğini arkasında tutarak, dünya kamuoyunda meşru bir güç ve aktör olarak kalmak ve giderek ekonomik, teknolojik ve askeri alanda “vazgeçilmez” bir güç pozisyonuna gelmek.
Dünya Sol-Sosyalist ve Devrimci Hareketin Görevi
Başta ABD emperyalizmi ve genelde Batılı emperyalist güçlerin Orta Doğu’da adeta bir ileri karakolu, vurucu gücü ve tetikçisi olan İsrail’in bu siyasetine ve saldırganlığına karşı dünya sol-sosyalist ve devrimci hareketinin temel görevleri önemli bir yerde durmaktadır. Sınıf perspektifi ile ortaya konulacak bu tutumda ana halka emperyalizme ve Siyonizm’e karşı net tutumdur ve tavizsiz mücadeledir.
İsrail yalnızca bir devlet değil, ABD ve Batı emperyalist güçlerin Orta Doğu’daki bir “üssü” ve “vurucu askeri gücüdür”. Bu nedenle mücadeleyi sadece “İsrail- Filistin Savaşı”na karşı değil, emperyalizme karşı uluslararası çapta bir direniş ve mücadele olarak ele almak gerekiyor. Filistin ulusunun özgürlük, bağımsızlık ve kendi kaderini belirleme hakkını savunmak, Gazze ve Batı Şeria’daki işgal, soykırım ve ambargoya karşı uluslararası yardım- dayanışma ağları örmek, örgütlemek, boykot, tecrit, (BDS hareketi gibi) ve ambargo kampanyalarını yaygınlaştırmak, devrimci siyasetin yığınlarla buluşmasında önemli araçlardır. Burjuva medyanın yalan- yanlış, çarpıtma ve spekülasyonlarına, tek taraflı anlatısına karşı kitlelere ve halklara gerçekleri anlatmak ve aktarmak, “Terör” söylemine karşı, Filistin’in ulusal meşru haklarını, işgale karşı haklı duruşunu kitlesel sahiplenmeye dönüştürmek, emperyalizme ve emperyalist savaşlara karşı mücadelenin önemli ayağıdır.
Son söz olarak, dünya sol-sosyalist ve devrimci hareketinin görevi; Filistin halkıyla dayanışmayı büyütmek, İsrail saldırganlığı ve emperyalizmin Orta Doğu ve genelde tüm dünya işçi emekçilerine ve ezilen halklarına karşı yürüttüğü politikalara karşı esas ve nihai çözümün, devrimci ve enternasyonal proletaryanın sınıf mücadelesi eksenli perspektiften geçtiğini bilmek, bu temelde örgütlenmek ve örgütsel pozisyon almak gerektiğinin altını çizmek gerekir.
Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Eylül-2025 tarihli 52. sayısında yayımlanmıştır.
