Connect with us

Editörün Seçtikleri

Belirsizliği Biraz Daha Deşelim…

Kürt ulusunun, Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı başta olmak üzere, işgal-ilhak ve bu zeminde gasp edilmiş olan tüm ulusal hak ve özgürlüklerini kazanması, bu haklarının tanınması gerekmektedir.

Bahçeli’nin acele yüklü çağrısından bir süre sonra, bu çağrının dikte ettiği talebe uygun olarak ve yine bu dikte içeren çağrıya yanıt anlamında Öcalan’ın bilinen çağrısı gündeme geldi. Başka bir siyasi atmosfer veya siyasi bir süreç siyasete egemen olmaya başladı. Tam tanımlanmamış olduğu için ‘’barış-çözüm’’ bağlamında ‘’süreç’’ yuvarlamasıyla tarif edilip tartışılan Kürt sorununa teyel atma projesi gündemi işgal etti. Yoğun siyasi gündemi bloke eden bu avangart siyaset/strateji pek tabii olarak farklı açılardan bakan tartışmalara yol açtı, olumlu-olumsuz tepkiler aldı. Bu tartışma ve tepkilerde eleştirel muhtevası güçlü olan değerlendirmelere dönük mesafeli ve sorgulayıcı bir yaklaşımın olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaklaşım esasta eleştirel tutumu eşeleyerek, ‘’PKK/Kürtler savaştı, şimdi de savaşmıyorum diyor, siz onlara savaşın deme hakkına ve yetkisine sahip değilsiniz’’ diyerek eleştirel tavrı eşeleyip deşmeyi ve elbette taşları yerli yerine oturtmayı hedefliyor inancındayız. Buna binaen biz de (çağrılarla ünlü süreci, sürece karşı eleştirel tutumu ‘’savaşın/savaşmayın’’ ikilemi özgülünde) deşiyoruz…

Hemen söyleyelim ki, ‘’Kandil’in’’ ya da PKK’nin, Öcalan’ın ‘’fes edin çağrısına’’ verdiği yanıt, devrimci kaygılar taşıyan eleştirel yaklaşım ve bu zeminde yürütülen tartışmaları doğrulayarak daha da anlamlı kılmış, tam olarak anlamlandırmıştır. Muhatabın (PKK’nin) kendini fes etme çağrısına ‘’süreci Öcalan’ın yönlendirmesi’’ (doğrudan yönetmesi değil, yönlendirmesi!) talebiyle de olsa, olumlu yanıt vermesi beklenen yanıt olsa da bu yanıtı olumlayarak desteklememiz söz konusu olamaz.

Neden mi?

Çünkü, PKK ulusal baskıya karşı bir mücadele örgütü olarak tamamen meşru ve haklı sebeplerle kurulmuştur; kendisi de mücadelesi de haklıdır. Varlık ve mücadele gerekçesi ulusal baskı, ulusal inkâr zeminine dayanan PKK’nin, bu varlık gerekçeleri ortadan kalkmadan varlığına son vermesi (kendini fes etmesi) tabi ki, kabul edilemez, desteklenemez. Kendini fes etme çağrısına olumlu yanıt veren muhatap (PKK), ‘’süreci ve toplanacak kongreyi bizzat Öcalan yönetmelidir’’ şeklinde bir şart ileri sürmemekte, bilakis ‘’yönlendirmelidir’’ ifadesiyle salt talepte bulunmaktadır. ‘’Fes ve silahların bıraktırılmasını ancak Öcalan sağlayabilir’’ ifadesiyle Öcalan’ın daha aktif-etkin rol oynaması için gerekli şartların sağlanmasını (Öcalan’ın içerden çıkarılmasını) hedeflese de net olarak bu şartı öne sürmemekten sakınmaktadır!

Oysa madem bir barış, bir anlaşma-uzlaşma sağlanacaksa, bu, iki tarafın ortak iradesini yansıtan ve bu iradeler arasında bir eşitliği ifade eden, etmese bile tarafların talep ve şartları zemininde sağlanmalı/sağlanabilir. Dolayısıyla Öcalan’ın serbest bırakılması net bir şart olarak ileri sürülmelidir ve bu sağlanmalıdır. Bu şartlarda yapılmayan bir anlaşma ve sağlanmayan bir barış demokratik-eşit ve adil olmayacağı gibi, tek tarafın üstünlüğü ve imtiyazlarının kabulü anlamına gelir. Bizler Kürt ulusunun, mücadelesinin, örgütünün ve önderinin ve aktörlerinin ihmal edilmiş hakları ve çıkarları adına bu çağrıyı, bu çağrıya verilen yanıtı, sağlanan anlaşma ve barış biçimine eleştiri yöneltmekteyiz. Onlarca yıllık bedel hamaseti yapmamaktayız fakat öyle keskin bir gerçeği göz ardı etmek de mümkün değildir.

“Burjuvaziyle anlaşma olmaz, barış siyaseti güdülmez’’ biçiminde kaba eleştiri de yürütmüyoruz. Ulusal çelişmelerin dayandığı tüm savaşlar, eninde nihayetinde barış masasına da gelirler, bu tarihsel gerçekliğin bilincinden yoksun olanlar değiliz. İtirazımız, Kürt ulusunun tarihsel olarak tekçi anlayışlar ekseninde yok sayılmasının mevcut “barış ve uzlaşma-anlaşma” sürecinde de devam ettirilirken bunun yok sayılanlar tarafından kabul görmesinedir. Bu tek taraflı dayatmaların kabul edilmesini ve muhtemel taleplerin iktidarın merhametine havale edilmesini eleştirmekteyiz…

Bizlerin eleştirisi, Kürtlere/PKK’ye ‘’savaşsın’’ direktifi verme veya dayatmada bulunma olarak yorumlanamaz; buna hakkımız da yetkimiz de yoktur. Bizim tutumumuz bir eleştiridir, öneridir ve tarihsel ve siyasal bir olgu karşısında doğruluğuna inandığımız görüşlerimizi ortaya koymaktan daha fazlası değildir. Ancak, yine bizler, görüş ve öneri temelinde olmak kaydıyla, Kürt ulusuna da PKK’ye de aktörlerine de savaşmalısınız deriz; deme hakkımız da vardır! Bizler, siz savaşın biz seyredelim demiyoruz. ‘’savaşın-mücadele edin’’ derken de haklı ve meşru nedenlerden hareket ederiz. Bizler, ezilen, sömürülen, baskı gören herkese, her toplumsal ve ulusal ve azınlıktan kategoriye, bütün dil, din, ırk, cins, inanç ve kültürlerden tüm halklara, işçi sınıfına, köylülüğe savaşın-mücadele edin çağrısında bulunduğumuz gibi, Kürt ulusuna da ulusal örgütü PKK’ye de savaşın-mücadele edin diyoruz. Deriz çünkü Kürt ulusuna dönük milli baskı ve zulüm uygulanmakta, ulusal iradesi çiğnenip yok sayılmakta, kendi devletlerini kurma hakkı da dahil Kürt ulusunun kendi kaderini tayin anlamındaki her tür eğilim, talep ve yönelimi şiddet ve kanla bastırıldığı için de Kürtlere mili zulümle savaşın deriz. ‘’Bağımsızlığınızı kazanmak, ulusal-demokratik haklarınızı elde etmek, özgür olmak için savaşın’’ demeyi tarihsel görev ve sorumluluk sayarız. Ya da en anlaşılır olan ifadeyle; PKK bugüne kadar ne için savaştıysa, tam da o gerekçelerle savaşmalıdır demekteyiz. Hangi gerekçelerle kurulduysa, o gerekçeler ortadan kalkana kadar mücadelesini sürdürmelidir diyoruz.

Ezene karşı ezilenin direnmesini salık vermek ve bizzat bunu örgütlemek, gerici egemen sınıflara karşı savaşma çağrısı yapmak ve bizzat bunu örgütlemek bizler için bir ilke meselesi olmakla birlikte, sınıflar mücadelesi karşısındaki ahlaki sorumluluğumuzdur. Meseleyi bu özetteki gibi telakki ediyoruz. Ancak garip olan şu ki, bugün, ‘’savaşın’’ demek yadırganıyor ama ‘’savaşmayın’’ demek alkışlanıyor! Ekseri yaklaşımın böyle olduğu aşikâr. İşte tasfiyeciliğin derin sirayeti burada deşifre oluyor…

Bizler, her türden ezen-ezilen, sömüren-sömürülen çelişkisini sınıf mücadelesi perspektifiyle okumaktan geri adım atamayız; bu bir ilke meselesidir. Bizler, dünyayı felaketlerin eşiğine getiren, kriz, kaos ve kana boğan, kadın ve çocuk kıyımcısı olup, ulus, azınlık, inanç ve kültürleri baskı altında tutan emperyalist barbarlık başta olmak üzere, bilumum uzantısı iktidar ve egemen gericilik ile tüm gerici sınıflara karşı savaşmanın zorunluluk ve yaşamsal bir tutum olduğunu savlamaktayız.ve bu görüşlerimizin ve tutumlarımızın sorumluluğunu da ceremesini de üstlenmekteyiz.

Kürt Sorununa Teyel Atılıyor…

Öcalan’ın çağrısını ve PKK’nin olumlu karşılayıp gereğini yapmayı taahhüt eden tavrını; kendi mücadele gerekçelerini anlamsızlaştıran, dahası haklı-meşru olan ulusal-demokratik hak ve taleplerini güdükleştiren, hatta resmen talep ileri sürmeyerek hak ve taleplerini adeta ve fiilen yok sayan, dolayısıyla ırkçı faşist Türk hakim sınıflarının gericiliğin baskısını, katliam ve soykırıma varan saldırını objektif olarak aklayan yaklaşımları nedeniyle eleştirmekteyiz. Kürt ulusu ve mücadelesi adına desteklenecek, savunulacak ve benimsenecek nitelikte bir anlaşma ve bir barış şartı göremiyoruz. Yapılan çağrıda veya sağlanan anlaşmada Kürt ulusu lehine ve mücadelesi adına olumlu tek bir şey, resmen verilmiş-tanınmış ya da kazanılmış tek bir hak, alınmış bir talep yok. Bunun neresi savunulacak, neresi eleştirilmeyecek? Siyasi ve sınıfsal olarak hiçbir bilimsel temeli olmayan ve soyut bir hayal olarak ayakları havada kalan ‘’Barış ve Demokratik toplum’’ sosu bu tabloyu saklamaya asla ve asla yetmez…

Kürt fobisinin ve askeri saldırıların, ‘’silah bırak ve fes et’’ çağrısına rağmen aktüel olduğu, tekçi-ırkçı Türk hâkim sınıfları imtiyaz üstünlüğünün baskın olarak kabul gördüğü tek taraflı ‘’uzlaşma-anlaşma’’ şartlarında, “barış ve demokratik toplum”dan söz etmek safsatayı geçmez. İktidarın kendi inisiyatifi ve merhametiyle, Kürt ulusunun hak ve taleplerini istediği kadar ve istediği ölçüde tanıyıp vereceği bir anlaşma-uzlaşma sağlanmıştır. İktidarın kendi rızasıyla vereceği hakların bir güvencesinin olmadığına tarihin sayısız tanıklığı varken, Kürt siyasi hareketi ve aktörlerinin varsa ileri sürdükleri herhangi bir talep ve şartları, bunları çağrı metnine yansıtmamasındaki gerçeklik de gösteriyor ki Kürt ulusal sorunu teyellenerek “çözülmekte”, çözülmek istenmektedir. Yani, sorunun çözülmesi için atılan dikiş gerçek değildir. Gerçek anlamda ve demokratik zeminde çözüm yolu izlenmiyor; bilakis soruna teyel atılacak deniliyor…

Oysa, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkı da dahil, hayati önemde bir ilhak-işgal sorunu, ulusal özgürlükten yoksun olma, ulus olmaktan kaynaklanan hemen hiçbir hakkını kullanamama, asimilasyoncu politikalara muhatap kalma, en acımasız işkence ve katliamlarla karşı karşıya kalma, tekçi paradigmanın bütün sonuçlarını yaşamlarının her alanında en kaba biçimde tecrübe etme, Kürt’üm demeyi en ağır fatura ve bedellerle ödeyip linçlere maruz bırakılma, demokratik siyaset sahasında yasaklarla yüz-yüze kalma, seçilmişleri ve siyasetçilerinin hukuksuzca hapsedilmesi, en keyfiyetçi politika ve uygulamalarla örselenip ötekileştirilmesi, ulusal kimliklerinden ötürü horlanıp aşağılanması gibi temel sorunları vardır. Ve şayet Kürt ulusal sorununda bir anlaşma-uzlaşmaya gidilecekse, öncelikle bu sorunların çözülmesi zemininde gidilmelidir. Dahası, bunca yıllık imha-inkâr ve milli zulüm barbarlığına tabi tutulmaları nedeniyle devletin-iktidarın işe Kürt ulusundan özür dileyerek başlaması gerekmektedir. Nasıl ki, Dersim katliamı nedeniyle göstermelik de olsa özür dilendi, soykırım ve katliamlar başta olmak üzere, inkâr ve tüm milli baskılar için Kürt ulusundan özür dilenmelidir.

Tamam barış ve anlaşma yapılıyor ve bu yolla Kürt ulusal sorunu sorun olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor ya da bir biçimiyle çözülüyor/çözülmek isteniyor. O halde, eşit demokratik şartlarda iki taraflı bir anlaşma zemini kabul edilmeli, soruna yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması veya asgariye indirilmesiyle yol alınmalıdır. Kürt cephesi, silah bırakmaktan, örgütünü fes etme düzeyinde ciddi adımlar atıyor. Bunun gibi, diğer taraf da (iktidar da) Kürt ulusunun temel hak ve özgürlüklerini tanıma noktasında adım atmalıdır/atmak durumundadır. Sanki Kürt ulusu suçluymuş gibi, sadece o silah bırakıp kendisini fes etsin ama milli baskı ve zulmün alasını uygulayarak, Kürt ulusunu kölelik prangaları altında ezen Türk hâkim sınıfları ve iktidarı bütün yaptıklarına rağmen Kürt ulusundan bir özür bile dilememeli/dilemiyor; temel hak ve özgürlükleri noktasında bir adım atmıyor…

Buradan demokratik ve iki ulusun eşit haklara sahip olduğu bir barış ve anlaşma süreci çıkmaz. Kürtler tek taraflı olarak ve hep ödün vererek bu süreci kotarmaya çalışsa da ırkçı-tekçi faşist Türk milliyetçiliği burnundan kıl aldırmayarak, ‘’ben Kürtlere nedamet getirteceğim’’ dercesine üst perdeden salvolar atıyor. Türk burjuvazisine, özellikle de Erdoğan ve Bahçeli gibi ünü belli simalara asla güvenilmez. Daha doğrusu, muhtemelen belli haklar tanıyacaklarını deklere etmişlerdir ama aynı zamanda tam tersi şeyler yapmayacaklarının da bir güvencesi yoktur, aksine geçmiş tecrübeleri asla güvenilmez olduklarını göstermektedir. Ancak iktidarın ister devlet adına ve isterse kendi adına Kürt ulusundan özür dilemesi bir samimiyet ve iyi niyet ölçütü olarak önemlidir. Dahası, Kürt ulusuna tanıyacakları hak ve özgürlükler de aynı biçimde önemlidir. Fakat bundan da önce Kürt siyasi hareketi ve önderinin Kürt ulusu ve gasp edilmiş hakları adına ne istediği veya isteyip istememesi çok daha önemlidir. Doğruluğu-yanlışlığı bir yana, Kürt ulusunun iradesini kullanan siyasi hareket ve önderleri ayrılma ve bağımsız devlet kurma fikrinden vazgeçip, birlikte kalmayı tercih edebilir. Bu taleplerinden vazgeçme bir yere kadar anlaşılsa bile, ulusal hareketlerin anlaşma ve burjuva çözüm zeminlerinden biri olan federatif yapı, özerklik, otonomi gibi hiçbir statüyü istememesi, dahası kamuoyuna yansıtılan çağrıda benzer hiçbir talepte bulunulmaması, sorunun çözümü değil, iğneyi tutan devlet elinin soruna teyel atmasına kabul verilmesidir.

Federasyon, özerklik, otonomi, kültüralist gibi çözümlerin geçerli olmadığı noktasına kadar ulusun en meşru ve en demokratik haklarının rafa kaldırılarak geriye çekildiği ve sadece mevcut devlete dahil olunup barış içinde devletin demokratikleştirilmesi gibi belirsiz, soyut ve egemen ulus hakim sınıfları lehine biçimlenen bir yaklaşım elbette olumlanamaz eleştiriyi hak eder. Hiçbir özeleştiri ve açıklama yapılmadan, Demokratik Konfederalizm projesi/tezi/savunusu dahi bir çırpıda unutularak yok sayılmış, rafa kaldırılmıştır. Halbuki, Öcalan tüm teori ve stratejisini bu çerçevede açıklayıp kurgulamıştı. Ne zaman reddettiği bilinmezken, mevcut anlaşma ve çağrısıyla şimdiye kadarki tüm teori ve tezlerini reddettiği anlaşılmıştır. Bu teori-tez bağlamında devlet kurma fikrinin, ulus devlet fikrinin tarihte kalan bir eski olduğu izah edilmişti.

Devletsizliğin savunulmasını, devlet kurma stratejisi ve siyasetinin reddedilmesini bir bakıma anlayalım fakat devletsizliği aşarak özerkliği vb. vs. de öteleyen bir yaklaşıma rağmen, diğer taraftan ‘’TC’’ devletiyle barış içinde yaşayıp onun içten demokratikleştirilmesinin önerilmesi kendisiyle çelişen bir yaklaşımdır. Kürtlerin devleti, özerkliği vb. söz konusu olunca, bunlar artık geçersizdir demek ama sıra Türk hâkim sınıfları devletine gelince dönüp ‘’TC’’ devletini demokratikleştirmek üzere ona dahil olmayı salık vermek çelişiktir. En önemlisi de tarihsel haksızlıkların ürünü olarak (kısa vadeli Kürt devletini saymazsak) ulusal devleti olmamış, ulusal birlikleri kurulamamış, kendi pazarına hâkim olarak kendi kendini yönetmeyi tecrübe etmemiş, bu anlamda bütün temel haklarından mahrum bırakılmış bir ulusun, uluslararası meşruiyet ve tanınma da dahil, kendi devletine sahip olma hakkı, kendini yönetme hakkı ve bütün bunların duygularını yaşamak istemekten daha doğal ne olabilir ki? Bütün bu süreçleri yaşamadan ulusal özgüven, ulusal birlik ve bilinci nasıl tamamlanmış olur ki? Ve hemen her ulus devletine sahip olmasa da belli bir statü ve haklara sahip olarak yaşarken, hatta Kürtlerin önemli bir bölümü de ulusal hakları temelinde belli statülere sahip olarak yaşarken, Kuzey Kürdistan Kürtleri neden bağımsız devletine ve neden bir statüye sahip olmasın ki? Bu haklara sahip olup bunları yaşamadan ulusal sorunun çözülüp ortadan kalkmasının olanaklı olmadığı ulusal hareketler tarihi tarafından kanıtlanmışken, bunun dünyadaki tek istisnası Kuzey Kürdistan Kürtleri mi olacaktır? Neden ulusal haklarından vazgeçsinler ki?

Bu soruna yaklaşımımızın ana özellikleri

Tartışılan sürece dönük genel yaklaşımımız neye göre şekillenmektedir: a)- Tarihsel haksızlıklar dediğimiz, emperyalist paylaşım ve anlaşmaların eseri olarak önce iki, sonra dört parçaya bölünmek suretiyle bölge devletlerinin (İran, Irak, Suriye, Türkiye) toprak sınırlarına dahil edilip zorla ilgili devletlerin siyasi egemenliği ve esareti altına sokulan, böylece egemenlik hakkı gasp edilerek alçakça çiğnen, ulusal birlik ve toprak bütünlüğü pervasızca bozulup dağıtılan Kürdistan ya da Kürt ulusal realitesi bağlamında Bağımsız Demokratik Birleşik Kürdistan (Büyük Kürdistan) sorunu bağıra-bağıra varım demektedir. Her parçadaki Kürtlerin ağır bedeller pahasına yürüttüğü ulusal demokratik mücadele ve direnişi ve tarihteki ulusal isyanları bu realiteyi ifade eden tanıktır. b)-Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı çiğnenerek tanınmamakta, ayrılıp kendi devletini kurma hakkı elinden zorla alınıp gasp edilmiş durumdadır. Uluslararası normlar Kürt ulusu için geçersiz kılınmaktadır. c)-Mevcut durumda her dört parçasında olmak kaydıyla, Kürdistan toprakları işgal-ilhak altındadır. Dört parçadaki Kürtler/Kürt ulusu milli baskı ve zulüm altında olup, sistemli olarak asimilasyon ve katliam-kıyıma tabi tutulmakta, ulusal kimlik ve demokratik iradesi yok sayılmaktadır. d)- Anılan aynı Kürtlerin/Kürt ulusunun ulus olmaktan ileri gelen en temel, en tabii ve insani hakları dahi tanınmamakla birlikte, en küçük hak talebi ve mücadelesi tekçi-ırkçı-faşist baskı, zor ve şiddet yoluyla bastırılmakta, katliamlardan geçirilmektedir. Kürtlere her şey yasak iken, Kürt kimliği veya Kürt olmak suç potansiyeli olarak telakki edilmekte, linçlere maruz kalmanın gerekçesi olmaktadır. e)- Kürt ulusu defalarca ateşkes uygulayıp barış çağrılarıyla adımlar atsa da, Türk hakim sınıfları tekçi paradigmalar ekseninde yaklaşarak ırkçı-faşist, şoven milliyetçiliğin en kaba biçimiyle yanıtlamış, imha-inkar ve katliamlar gerçekleştirmekten geri kalmamıştır. Kürtlerin mücadele ve savaştaki haklılığını ve meşruluğunu anlamak için bu özet yeterlidir.

Bu tablodan hareketle;

Kürt ulusu, yukarıdaki şartlar zemininde maruz kaldığı büyük haksızlık ve yaşadığı büyük acıların ürünü olarak tarihteki isyanlarını takiben günümüzün en modern ulusal hareketi olarak tamamen haklı ve meşru olan ulusal başkaldırıyla büyük bir direniş gösterip ulusal özgürlük mücadelesine başvurdu. Bu mücadele bugün itibarıyla yarım asra yaklaşan büyük bir zaman dilimini kapsadı. Kelimenin gerçek manasında çok ağır ve çok büyük bedeller ödedi. Kuşkusuz ki, silahlı savaşla karakterize olan bu mücadele süreci Kürt ulusunun ulusal bilinç ve demokratik kültürünün gelişmesinde olduğu gibi, Kürt kimliği adına kimi kazanımların elde edilmesinde de doğrudan rol oynadı. Savaşmasının talep ve gerekçeleri haklıydı ve savaşı meşru idi, meşrudur. Şimdilerde Öcalan’ın bilinen çağrısı doğrultusunda yaşanan süreç, ulusal hareketin dayandığı bütün bu tarihsel arka planı yok sayan, ret ve inkâr eden bir süreçtir. Zira, köklü bir strateji değişimi veya büyük bir kırılmanın tezahürü olarak yapılan silah bırakma ve kendini fes etme çağrısı, bu çağrının PKK tarafından kabul edilmesi, ulusal hareketin spesifik talep ve hedefler uğruna verdiği büyük savaşı bir çırpıda anlamsızlaştırıp bir ‘’hata’’ olarak mahkûm eden muhtevaya sahiptir. Dahası, ulusal hareketin, tekçi paradigmalarla biçimlenen ırkçı-faşist şoven Türk milliyetçiliği ve Türk hâkim sınıflarının tek taraflı imtiyazları temelinde girdiği bu tasfiyeci rotaya rağmen, elle tutulur ciddi bir kazanım, ulusal hak ve talep elde edilmemiş, edilmediği halde kendisini fes etmeyi kabul etmiştir. Yani Kürt ulusuna yapılan bunca baskı ve zulmün müsebbibi Türk hâkim sınıfları olmasına rağmen, ödün vermeye mecbur bırakılan, hak ve taleplerini rafa kaldıran, haklı davasından vazgeçirilen veya vazgeçen yine Kürt ulusu olmaktadır.!

Oysa Kürt ulusunun, Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı başta olmak üzere, işgal-ilhak ve bu zeminde gasp edilmiş olan tüm ulusal hak ve özgürlüklerini kazanması, bu haklarının tanınması gerekmektedir. Geniş bölgesel özerklik, kendi-kendini yerinde yönetme hakkı, en azından burjuva çözüm manasında özerlik, otonomi, federatif yapı gibi haklar veya kendine ait olup da gasp edilmiş haklarında kazanımlar elde etmeden, mücadele iradesini fes etme keskinliğinde bir tasfiyeciliği benimsemesi asla desteklenemez, doğru görülemez. ‘’Silah bırakın ve fes edin’’ muhtevasında yapılan çağrı ve çağrıya PKK tarafından verilen olumlu yanıt ekseninde yaşanan gelişme, Kürt ulusunun, siyasi hareketi ve mücadelesinin, bizzat Öcalan’ın kendisine yapılan haksızlıktır…

Elli yıla yaklaşan zaman dilimine yayılan ulusal kurtuluş savaşında ağır bedeller ödeyen Kürt Ulusal Hareketi’ydi. Bu bedellere rağmen şimdi barış yapıp uzlaşan-anlaşan da yine onlardır. Bedel ödeyen de anlaşan da onlardır. Savaşanlar olarak barış yapma hakkı da onlarındır. Fakat bu durum bizlerin eleştiri hakkını ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, eleştirimiz Kürt ulusu, meşru direnişi ve ulusal-demokratik hakları adınadır. Kürt ulusu ve hareketinin tamamen meşru ve haklı olduğunu, aynı ulusun kendisine ait olan tüm haklarına kavuşmasını savunmaktayız; mevcut süreç ise bu hakları resmen ve kamuoyuna açık meşrulukla münakaşa edilmemektedir ki, eleştirimiz buna dayanır. Ve eleştirimiz, Türk hâkim sınıfları ve ırkçı-faşist Türk milliyetçiliğinin çıkarları, milli baskı ve zulme dayanan gerici imtiyazlarının tek taraflı olarak kollanması ve anlaşma konusu yapılmasına binaendir. Dahası, Kürt ulusu ve haklarının göz ardı edilmesi ve sanki suçlu Kürt ulusuymuş gibi onun kendisini fes etmesi, tek taraflı olarak ödün vermesi, savaşından vazgeçmesi istenip münakaşa edilmektedir. İşte biz bunu eleştirmekteyiz. Zira Kürt ulusunun her ulus gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır ve bu hakka sahip olmalıdır, bu hakkı tanınmak durumundadır. Mağdur taraf, haklı taraf, meşru taraf milli baskı ve zulmün alasına maruz kalmış Kürt ulusudur.

Kürt ulusuna dönük işlenen milli baskı ve zulüm suçunun muhatabı ise Türk ulusu egemen sınıflarıdır. Özür dilemesi gereken Türk burjuvazisi ve devletidir. İki ulusun eşit haklara sahip olduğu bir anlaşma demokratik olabilir. Türk ulusunun egemen ulus olarak imtiyaz üstünlüğünü tamamen elinde tuttuğu, buna karşı Kürt ulusunun resmen ileri sürülmemiş talepleri ya da tanınmamış meşru hakları bağlamında yok sayıldığı bir anlaşma-bir barış asla demokratik olamaz, değildir.

Kürt ulusu anlaşma ‘’masasında’’ görülmemektedir, gösterilmemektedir! Kürt ulusal hareketinin silahları bırakarak kendisini fes etmesinden başka bir anlaşma görülmemekte, gösterilmemekte, kamuoyuna yansıtılmamaktadır. Kamuoyuna yansıtılmayan, anlaşma protokolü veya metnine geçirilmeyen hiçbir şeyin güvencesi yokken, en önemlisi de böylesi bir anlaşma inkâr esasına göre yapılan bir anlaşma olarak sorunlu ve sakattır. Kürtlerin taleplerinden bahsedilmemesi inkarın dik alasıdır. Anlaşma iki taraf arasında olur ve iki tarafın iradesini yansıtır. Ancak mevcut anlaşmada Kürt ulusu ve hareketi sadece kendisini fes etme dayatmasının muhatabı olarak anlaşma sürecinde anılmaktadır; hakları, talepleri bakımından yok sayılmakta, iradesi hiçleştirilmektedir…

Şayet ‘’barış ve demokratik toplum’’ adlandırmasıyla gündeme getirilen süreç mevcutta yansıtılan biçimiyle devam ederse, bu sürecin tasfiyeci olduğu rahatlıkla söylenir. Ancak, PKK’nin askeri kanat ve yönetici kadrolarının son günlerde yaptığı bazı açıklamalar dayatılan teslimiyeti kabul etmeme iradesi ve tavrını ortaya koymaktadır. Bizler için bu tavır ve irade direnişin tarihsel gerekçelerine bağlılığı anlamında gerçekçidir. Çünkü bu tavır, dayatılan teslimiyeti kabul etmeyen ve (yetersiz bulsak bile) kendi şartlarını ortaya koyan bir irade içermektedir.

Bizler Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmesi ve/veya bu hakkının tanınmasına kadar Kürt ulusal sorununun köklü ve radikal biçimde çözülmediğini varsayarak Kürt ulusu üzerindeki her türden gerici, tekçi-faşist milli baskıya karşı mücadele tavrını savunmayı sürdüreceğiz. Kürt ulusunun ulusal-demokratik hakları uğruna vereceği her mücadeleyi destekleyecek, bu mücadelenin parçası ve temsilcisi olmayı kararlılıkla sürdürecek ve Kürt ulusunun haklarını savunmaktan geri durmayacağız.

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Nisan-2025 tarihli 48. sayısında yayımlanmıştır.



Nisan 2025
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri