Connect with us

Editörün Seçtikleri

“Oy Hakkı”ndan Direnişe; Gençlik Gelecektir!

Bugün gençliğin görevi, burjuva siyasetçilerin veya bir düzen partisinin mağduriyetlerini savunmak değil; bilimsel eğitim hakkı, barınma, işsizlik, yaşam güvencesi ve özgürlük gibi kendi doğrudan akademik-demokratik-ekonomik taleplerini yükselterek, bu talepler uğruna geniş bir mücadele hattı yaratmak, bu hattın dinamizminin kalıcılığını sağlamaktır!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptali ardından gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla başlayan protesto dalgasını doğru biçimde anlamlandırmak, gençliğin devrimci görevlerini net biçimde ortaya koymak için mevcut konjonktürü emperyalist ilişkiler bağlamında değerlendirmek zorunludur. Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesi sonrası ABD emperyalizmi, bölgesel müttefiklerini hızla yeniden dizayn etme sürecine girişmiştir. Bu tasarım süreci, ABD emperyalizminin bölgede gerici-faşist müttefiklere duyduğu ihtiyacı arttırmış; Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da paralel biçimde AKP/MHP iktidarını daha baskıcı, daha saldırgan bir çizgiye yöneltmiştir. Son günlerde iç politikada yükselen “içte birlik ve beraberlik” söylemlerinin ya da Kürt Ulusal Hareketi’ne hızlandırılmış şekilde dayatılan “teslimiyet” politikalarının altında, bizzat ABD emperyalizminin ihtiyaç duyduğu “güçlü”, tek sesli ve otoriter iktidar arayışı yatmaktadır. Bu emperyalist ihtiyaca paralel olarak AKP/MHP iktidarı, tabiri caizse “önünü temizlemek” amacıyla burjuva, küçük burjuva, proleter ayrımı gözetmeksizin kendisine muhalif her kesime saldırmakta, ekonomik kriz sarmalı altında iktidarını korumaya çalışmaktadır. Fakat iktidarın saldırılarını salt ekonomik krizle ya da iktidarını koruma refleksiyle açıklamak yetersiz olacaktır.

AKP, iktidara geldiği ilk günden itibaren “Yeni Osmanlıcılık” adı verilen bölgesel hegemonya hayalleriyle rejim değişikliği hedefini de adım adım uygulamaya koymuş, özellikle 2017 Anayasa Referandumu sonrası başkanlık sistemiyle birlikte tek adam rejimini kurumsallaştırarak bu hedeflerine hız kazandırmıştır. Böylelikle AKP, ideolojik olarak benimsediği Osmanlı mirasını referans alan, Türk-İslam sentezli bir rejim inşa etme amacını devletin tüm mekanizmalarını da devreye sokarak hayata geçirmiştir. Her türden muhalefete yönelik gerçekleştirilen, son olarak da “dokunulmaz”, “kayyum atanamaz” denilen “ana muhalefet” partisi ve belediyelerinde vücut bulan bu saldırılar, bu ideolojik çizginin gerektirdiği politik tasfiye hamlelerinden yalnızca biridir. Bu saldırı, faşist rejimin sadece İmamoğlu şahsında burjuva muhalefeti değil, esas olarak toplumdaki tüm muhalif güçleri sindirerek kurmak istediği faşist, Osmanlıcı, sülale devri düzeninin derinleştirilmek istenmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla bugün vuku bulan bu olaylar silsilesini tek başına “klikler arası çatışma” diyerek açıklamak eksik olur, Evet, doğrudur yaşananlar bir yerde klikler arası çatışmadır, her iki kliğin de peşine takılmayacağız; ancak toplumsal muhalefetin günden güne bastırılmaya çalışıldığı, uluslararası sözleşmelerle dahi koruma altına alınmış “oy hakkı”nın, “seçme ve seçilme hakkı”nın, anayasal hak ve özgürlüklerin gasp edildiği şu günlerde “yiyin birbirinizi” demek bugün devrimci gençliğin tutumu olamaz. Aksine, bağımsız devrimci siyasetini üretmek ve ortaya koymak devrimci gençliğin önündeki bir görevdir!

Şu zamana kadar büyük bir kısmı kendiliğinden, küçük bir kısmı da zayıflamış proleter devrimci güçlerin iteklemesiyle gelişen refleks eylemleri, eksik yanlar barındırmasına karşın -ki bu eksiklikler sınıf hareketlerinin eksiklikleridir- olumludur. İstanbul Üniversitesi’nde 8 Martlardan ve 25 Kasımlardan alışık olduğumuz şekilde barikatların paramparça edilerek aşılması, AKP/MHP faşist iktidarının yarattığı korku imparatorluğunu da paramparça etmiştir! İstanbul Üniversitesi sonrasında coğrafyanın diğer yerlerinden gelen görüntüler göstermiştir ki; cesaret bulaşıcıdır… Ve gençlik bunun ön ayağı olmuştur. Öyle ki alanlardaki sloganlardan ilki de kendiliğinden ortaya çıkmıştır;

“Yüklen yüklen, barikata yüklen!”

Gençlik enerjisi ve kitlesel gücüyle; Saraçhane’ye çağrı yapan CHP gibi burjuva düzenin kurucu partisini ve onun mevcut temsilcisi Özgür Özel üzerinde baskı oluşturarak onu çok daha güçlü biçimde sokak çağrıları yapmaya zorlamış ve bunda da başarılı olmuştur. Ancak devrimci gençlik, nihayetinde CHP’nin sınıfsal ve politik kimliğini unutmamalı, sokağa çağırdığı kitleleri düzen içi pazarlıklara sürükleme girişimlerine karşı devrimci uyanıklığını ve bağımsız çizgisini korumalıdır. Özgür Özel’in ve CHP’nin sistemin restorasyonundan öte bir hedef taşımadığını bilerek hareket etmek, gençliğin devrimci eylemlerinin düzen içinde sönümlenmesini önlemek açısından zorunludur. Gençlik haklı ve meşru demokratik hak ve taleplerini ileri sürerek enerjisi ve kitleselliğiyle, CHP’ye karşı sokak basıncını artırırken aynı zamanda ondan ideolojik ve politik bağımlılıktan kurtulmuş devrimci alternatifi bir örgütlemeyi hedeflemelidir

“Kolluğun” şiddeti artık sorgulanmaktadır!

Çoğunlukla “kolluk” olarak ifade edilen polis, devletin sınıf egemenliğini sağlama işlevini üstlenen baskı aygıtının temel bir bileşenidir. Egemen sınıf; üretim araçları üzerindeki hakimiyetini koruyabilmek için, silahlı güçleri ve polis teşkilatını doğrudan kendi çıkarlarına hizmet eden bir örgütlenme olarak şekillendirmiştir. Dolayısıyla polis, kapitalist toplumda asla “tarafsız”, “halktan yana” veya “adil” değildir; tam aksine sermaye sınıfının çıkarlarının korunması ve egemen sınıflara yönelik tehditlerin ortadan kaldırılması görevini üstlenir. Kitlelerin mevcut sömürü düzenini sorguladığı, ona karşı eyleme geçtiği her durumda, kolluk kuvvetleri açıkça burjuva devletin sınıfsal karakterini yansıtır şekilde saldırganlaşır ve devletin gerçek niteliğini açığa vurur.

İşte bugün yaşanan protestoların en önemli kazanımlarından biri de bu sınıfsal gerçeğin kitleler ve özelde de gençlik tarafından geniş ölçüde sorgulanmaya başlanmasıdır. Özellikle daha önce “bizim polisimiz” diyen, polisi de tıpkı devleti gördüğü gibi devletin “tarafsız” bir güvenlik organı olarak gören gençler dahi yaşanan yoğun polis şiddeti karşısında şaşkınlığa düşmüş, bu şaşkınlıklarını sosyal medya paylaşımlarında, protesto sloganlarında ve eylem pratiklerinde giderek daha sert ve radikal biçimde ifade etmişlerdir. Polisin hangi sınıfı koruduğu, kimlere saldırdığı konusunda daha önce düşünmemiş ya da bu konuda yanılsama yaşamamış gençler, yaşadıkları bu pratikle birlikte en azından sorgulama aşamasına geçmiştir. Sosyal medyada geniş yankı bulan paylaşımlar ve ortaya çıkan güçlü tepkiler, gençliğin ciddi bir bilinç sıçramasının eşiğinde olduğunu ortaya koymaktadır.

İşte bu bilinç sıçramasını daha ileri taşıyarak kalıcı hale getirmek, devrimci gençliğin görevlerinden biridir. Polisin ve devletin diğer şiddet güçlerinin sınıfsal karakterinin sorgulanmaya başlanması, gençliğin devletin niteliğini daha derinlemesine kavramasının önünü açmaktadır. Bu sorgulamayı sadece polis şiddetiyle sınırlı tutmayıp, devlet aygıtının tüm kurumlarının sınıfsal niteliğini teşhir eden devrimci bir propaganda faaliyetiyle derinleştirmek gerekmektedir. Devrimci gençliğin güncel görevi, kitlelerin kendi deneyimleriyle elde ettiği bu pratik sonucu teorik-politik açıklamalarla beslemek, bu sorgulama eğilimini devrimci bilince dönüştürmek ve düzenin tümüne karşı politik hesaplaşmanın zemini haline getirmektir.

Oy hakkı savunusundan yaşamsal talepleri için direnmeye

Protesto dalgasının ilk çıkışı itibariyle gençlik, esas olarak uluslararası sözleşmelerce dahi güvence altına alınmış olan oy hakkına, seçme ve seçilme hakkına sahip çıkma refleksiyle hareket etmiştir. Bu, demokratik bilincin ve hak savunusunun gelişimi açısından önemlidir; ancak gençliğin mücadelesi, İmamoğlu şahsında somutlaşan dar burjuva-demokratik sınırların ötesine geçmelidir. Bugün gençliğin görevi, burjuva siyasetçilerin veya bir düzen partisinin mağduriyetlerini savunmak değil; bilimsel eğitim hakkı, barınma, işsizlik, yaşam güvencesi ve özgürlük gibi kendi doğrudan akademik-demokratik-ekonomik taleplerini yükselterek, bu talepler uğruna geniş bir mücadele hattı yaratmak, bu hattın dinamizminin kalıcılığını sağlamaktır! Gençlik, İmamoğlu’nun diplomasından öte, kendi geleceğine yönelik saldırılara karşı örgütlenmeli, bu mücadeleyi, işçi sınıfının kapitalizme karşı yürüttüğü mücadeleyle birleştirmelidir. Ancak bu şekilde hareket edildiğinde gençlik hareketi devrimci bir çizgide ilerleyebilir ve her türden gerici, faşist, burjuva iktidarlara karşı koparıcı, kendini yenileyen, sürekli gelişen bir mücadele hattı inşa edebilir.

Boykot silahı en etkin şekilde kullanılmalı ve kalıcılaştırılmalıdır!

Üniversitelerde başlayan boykotlar, gençliğin demokratik taleplerini yükseltmesi ve mücadelesini genişletmesi açısından kritik bir mücadele aracıdır. Fakat bu silahın doğru ve etkili kullanılması, hayati önemdedir. Üniversitelerde gerçekleştirilen boykot eylemleri birkaç günle sınırlı sembolik protestolar olmaktan çıkarılıp, örgütlü, disiplinli ve uzun soluklu bir mücadele perspektifiyle ele alınmalıdır. Boykotların kampüs sınırlarını aşarak mahallelere, işçi semtlerine ve gençliğin yaşam alanlarına yayılması ve toplumun diğer kesimleriyle dayanışma içerisinde örgütlenmesi, toplumsal mücadeleyi derinleştireceği bir miras yaratacaktır.

Ancak bu yaygınlaşma ve süreklileşme süreci, gençliğin mevcut parçalı örgütlülüğüyle gerçekleşemez. Gençlik hareketinin en temel ve acil görevlerinden biri, tüm üniversiteleri kapsayan Birleşik Üniversiteler Koordinasyonunu oluşturmaktır. Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan genelinde bulunan 209 üniversitede ortaya çıkan mücadele deneyimleri, farklı direniş biçimleri ve kazanımlar, ancak böyle bir koordinasyon aracılığıyla paylaşılabilir ve ortaklaştırılabilir. Birleşik Üniversiteler Koordinasyonu, üniversite gençliğinin hem yerelde hem de ülke çapında ortak hareket edebilmesi için gereken örgütsel ve politik zemini sağlayacak, kampüs kampüs bölünmüşlüğü aşarak üniversite gençliğini birleşik ve güçlü bir mücadele odağı haline getirecektir.

Koordinasyonun bir diğer temel işlevi ise mücadele pratiklerinden çıkarılan derslerin ortaklaştırılması ve hareketin politik hattının sürekli biçimde geliştirilmesi olacaktır. Gençliğin eylemlerindeki başarılar ve eksiklikler, ancak koordinasyon aracılığıyla sistematik biçimde değerlendirilebilir ve mücadele yöntemleri daha ileri taşınabilir. Birleşik Üniversiteler Koordinasyonu, gençlik hareketini sistematik ve uzun vadeli politik planlar oluşturmaya yönlendirirken, gençliğin kolektif bilincini ve devrimci perspektifini de geliştirecektir.

Bugün gençliğin üniversitelerde yükselttiği boykot çağrısı, sendikaları ve diğer emek örgütlerini genel greve çağıran güçlü bir baskı mekanizmasına dönüştürülmelidir. Üniversite gençliği, toplumun en dinamik ve aynı hızda politikleşmekte olan kesimi olarak, başta eğitim hakkı ve barınma olmak üzere demokratik taleplerini işçi sınıfının ekonomik ve sosyal hak mücadeleleriyle nihayetinde politik iktidar mücadelesiyle birleştirmelidir. Üniversitelerde yükselen boykotlar, sendikalara yönelik genel grev çağrılarının tabanda yankılanmasını ve sendika yönetimleri üzerinde gerçek bir baskı oluşturmayı hedeflemelidir. Bunu başarmak için boykotların politik içeriği derinleştirilmeli, gençlik hareketinin hedefleri netleştirilmelidir. Bu süreçte Birleşik Üniversiteler Koordinasyonu sadece üniversitelerle sınırlı kalmamalı; diğer gençlik örgütlenmeleri, mahalle komiteleri, demokratik kitle örgütleri ve sendikalarla güçlü bağlar kurarak ülke çapında birleşik bir mücadele hattı inşa etmeyi hedeflemelidir. Böylece gençlik, üniversitelerden başlayarak kapitalist düzenin tüm kurumlarını hedefleyen birleşik, devrimci ve politik bir güce dönüşecektir. Bugün gençlik hareketi açısından tarihsel bir fırsat vardır ve bu fırsat değerlendirilmelidir: Üniversitelerde filizlenen boykot hareketi kalıcılaştırılarak, işçi sınıfının devrimci mücadelesiyle buluşmalı ve kapitalist düzeni sarsan birleşik devrimci hareket örgütlenmelidir. Gençliğin devrimci görevleri nettir; boykot silahını kalıcı ve örgütlü bir devrimci pratiğe dönüştürmek, tarihin yüklediği bu görevi kararlı biçimde yerine getirmek!

Sınıf mücadelesinde aslolan hız değil, yön ve sürekliliktir!

Gençlik, sınıfsal karakteri ve sosyal konumu gereği dinamizm, enerji ve devrimci atılım gücünü fazlasıyla içinde barındırmaktadır. Ancak aynı sınıfsal konum, gençliğin mücadelesinde acele sonuç alma, erken sonuç göremediğinde ise erken karamsarlığa kapılma gibi zaafları da beraberinde getirmekte. Bu durum, gençlik hareketinin uzun vadeli ve kalıcı bir devrimci çizgi oluşturmasının önünde büyük bir engeldir. İşte tam da bu noktada, bu tür handikaplı güdülerimizi proletarya ideolojisiyle, yani Marksist-Leninist-Maoist ideolojiyle donandığımız ölçüde aşabiliriz. Devrimci gençlik, enerjisini ve dinamizmini yitirmeden, ancak sabırlı ve stratejik bir devrimci perspektifle donanarak mücadeleyi sürdürmek zorundadır.

Bugün hızlı zamanlardan geçtiğimiz doğrudur. Suriye örneğinde görüldüğü üzere, 10-12 günlük bir süre içerisinde Esad rejimi devrilmiş ve bölge politik dengeleri hızlıca yeniden şekillenmiştir. Ancak böylesi hızlı sonuçlar her zaman mümkün değildir, özellikle de sınıf mücadelesinde hiç değildir. Sınıf mücadelesi, uzun soluklu, sistemli, sabırlı ve disiplinli bir süreçtir. Geçici zaferler veya yenilgiler üzerinden hızlı sonuç çıkarma eğilimi, gençliği kolaylıkla yanılgıya sürükleyebilir ve devrimci iradesini kırabilir.

Gençlik kısa vadeli kazanımları önemsemekle birlikte, mücadelenin uzun vadeli niteliğini asla unutmamalıdır. Ne reformlara sırtını dönmelidir ne de mücadele hattında reformizme düşmelidir! Gençliğin görevi; hızlı kararlar almak, hızlı harekete geçmek ancak aynı zamanda sabırlı olmak ve kolay, erken zafer beklentilerine kapılmaktan kaçınmaktır. Acele sonuç bekleme alışkanlığı terk edilmeli; sabırlı, azimli, disiplinli mücadele, hareketin temel prensipleri hâline getirilmelidir. Ancak bu prensiplerle donanmış bir gençlik hareketi, geçici yenilgilerden ve dalgalanmalardan yılmadan, uzun vadede kapitalist sisteme karşı devrimci mücadelenin kalıcı unsuru olabilir.

Bu bilinçle hareket eden devrimci gençlik, küçük adımlarla ilerlese dahi sağlam adımlarla yol alacaktır. Sınıf mücadelesinde önemli olan hız değil (hantallık hiç değil), yön ve sürekliliktir. İşçi sınıfıyla bütünleşmiş devrimci bir gençlik hareketi, acelecilik ve erken karamsarlık gibi zaafları yenerek mücadelesini sürekli yeniden üretmeyi başarabilir. Bugünün Türkiye-Kuzey Kürdistan koşullarında, devrimci gençliğin başarısı, proletarya ideolojisini içselleştirerek mücadele sürecini sabırla ve kararlılıkla örmesinden geçmektedir. Emperyalist kapitalist düzenin gençliğe dayattığı hızlı tüketim ve kolay tatmin alışkanlıkları, devrimci mücadele anlayışıyla aşılmalıdır. Gençliğin tarihsel sorumluluğu, aceleciliği değil devrimci sabrı, erken karamsarlığı değil uzun vadeli devrimci iradeyi kuşanmaktır!

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü‘nde yayımlanmıştır.



Nisan 2025
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
282930 

More in Editörün Seçtikleri