
Mücadelenin birden fazla biçimi ve bu biçimlerin somut durumun ihtiyaçlarına göre aldığı değişik formatlar vardır. Bu zenginliktir. Tek yöntem, tek biçim, tek araç olarak sabitlenmiş tek çözüm mekaniği yoktur. Nesnel yaşam gerçeği gibi, sübjektif yaşam aktivitesi de, değişik varyantlarda değişik ihtiyaçlara özgü biçimlenen sayısız aracı, yöntemi, yol-yordamı önümüze koyar. Bu zenginlikten sakınma lüksü başarı peşinde koşanların tavrı olamaz. Amaca uygun araç ve yöntemlerin gözetilmesi hassasiyeti ise, ilkelere sahip olanların bilimsel tutumu olarak reddedilemez. Nihilist kuralsızlık ya da ‘‘amaca giden her yol mübahtır‘‘ ilkesizliği, yöntemde seçici, bilinçli ve doğru olmanın yerini alamaz. İlke ve amaçlar temelinde olmak kaydıyla, mücadelenin stratejik ya da taktik ihtiyaçlarına, genel ve özel sorunlarına dönük geliştirici ve çözümcü çabada, mümkün olan en geniş araç-yöntem yelpazesini değiştirme gücü olarak kullanmak akla uygun tek doğru yaklaşımdır. Bütün bu yelpaze unsurlarının merkezi görev ekseninde bir ahenge varması ve bu merkezi halka etrafında bütünün birer parçacığı olarak birleşmesi, stratejik doğrultunun objektif talimatı ve sistemli olan bilimsel çizginin ampirizmden ayrılma tutarlılığıdır.
Devrime mi yürüyeceğiz, devrimin önüne kadar ilerlemekle mi yetineceğiz? Bütün mesele burada düğümlenir. Sadece ilerlemek mi, saptanmış belirli hedefe varmak mı? Günü kotarmak mı, geleceği planlamak mı? Yalnızca gerçek mi, gerçeği değiştirmek mi? Gerçeğe teslim olmak mı, devrimci gerçeği inşa etmek mi? Güce tapmak mı, devrimci ideallerin gücünü dinamize etmek, egemen kılmak mı? Cazip olan nedir? Rüzgara doğru yatmak mı, güçlü akıntılara göğüs germek mi? Niteliğe muhtaç hercai renkten alımlı küçük kaleler için mi, yoksa büyük ütopya uğruna çetin savaşa odaklanmak mı? Parçayı feda etme bilinciyle mi, yoksa parçaları barındıran bütünü geliştirme bilinciyle mi? Ara tonları öne çıkararak mı, yoksa ana rengi parlatıp gölgelenmesine izin vermeden mi yürüyeceğiz? Tüm parça ve tonları merkezi yürüyüş etrafında toparlayıp özgünlükleriyle birleştirerek mi, yoksa birleşik yürüyüşün yerine derecikler biçiminde dağınık yürüyüşü mü hedefleyeceğiz?
Her çizgi, her plan, her teori mutlaka ve mutlaka bir metoda gereksinim duyar
Bütün bunlar ve daha fazlası MLM kuramın yöntem bilimini içeren ayrım noktalarındandır. Her birine verilen doğru yanıt bilimsel yöntemde isabetli tutum ve seçiciliktir. Tersinden verilen her yanıt bilimden ve bilimsel yöntemden uzaklaşarak, göreceli ilerlemeyle devrimci-MLM teori-pratiği burjuva kıyılara çekmektir. Yöntemde bilimsel rota yakalanmadan bilimsel kulvarda ilerlemek mümkün olmayacağı gibi, geleceğe dönük gelişmeyi tersyüz etmek de rastlantı olmaktan çıkar. Her çizgi, her plan, her teori mutlaka ve mutlaka bir metoda gereksinim duyar ve bir yöntemle yürütülüp uygulanır; istisnasız olarak her birinin arkasında bir düşünce, bir dünya görüşü yer alır. Yöntemin bilimselliği de arkasındaki düşünce yapısından, görüş açısından ileri gelir. Hangi dünya görüşü yönteme buyruk ederse, yöntem ona göre biçimlenir, nitelik alır. Doğruluğu yanlışlığı esasta buradan kaynaklanır.
O halde, yöntemin doğru olması veya yanlış olması, son tahlilde teorik görüş veya bilimsel düşünceye sahip olunması veya olunmamasını gösterir. Plana, davranışa, pratiğe ve tüm eyleme istisnasız olarak bilimsel ya da değil, düşünce ışık tutar, rota çizer. Öyleyse yöntem bir bilim sorunudur ve yöntem bilimi(metodoloji) temel bir ayraç olarak yaşamsal rol oynar. Metodoloji bilimi, devrimin temel sorunlarında olduğu gibi, güncel pratik, siyaset ve taktik sorunlarında da aynı önemini korur. Yöntemin kaba bir biçim sorunu olarak tarif edilmesi yanılgı ve eksikliktir. Yöntemin küçümsenmemesi ve yöntemde seçici bilimsel tutumun izlenmesinin zorunluluğu bu nedenler tarafından yeterince açıklanmaktadır. Mücadele pratiğinin zengin tecrübeleri de yöntem sorununun yakıcılığını, kah yenilgiler deneyimiyle, kah kazanım ve ilerlemeler pratiğiyle unutulmaz biçimde kanıtlayıp gözler önüne sermiştir.
Devrimci hareket acı bedeller tecrübesiyle bir dönemi yaşayarak kısmen geride bırakmıştır. Belki bırakmak zorunda kalmıştır demek daha doğru olacaktır. Bu dönem, ben merkezci, sol sekter, parçacı, ayrılıkçı, dar grupçu, hatta öteleyici gibi, devrimci hareketin varlık gerekçelerini unutan devrimci aymazlıkla derdest edip devrimci potansiyel ve dinamizmi adeta heba ederek mümkün olan büyümesini gerilemeye mahkum ettiği yakın döneme kadarki ağır kayıplar sürecidir. Ki, bu süreç burjuvaziye karşı mücadelede diri örgütsel gücünün tırpanlandığı ve ciddi bedellerin ödendiği son derece ağır bir savaşıma da tanıktır.
Ve bu dönem, eylem birlikleri, ittifaklar, güç birlikleri, ortak paydalardaki ortak mücadeleler, birleşik mücadeleler, birlikler gibi son derece makul olan devrimci anlayış ve pratiğin adeta yanından geçilmediği, bu bilincin taşınmadığı, hemen her devrimci yapının kibirle başının dikine gidip yanındaki devrimci güç ve yapıları görmezden geldiği, hatta çoğu kez birbirilerini sınırlama sorumsuzluğuna kadar ilerleyen gerici davranışlara tamah ettiği, gerçek manada sekter, yıkıcı, kaba ve aymazlıklarla yüklü talihsiz bir süreçti.
Dostluk, dayanışma, devrimci ilişkiler bilinci ve pratiği bu sürecin en cılız aksiyonlarıydı; ben merkezci sekterlik salgını yanında devrimci güçlerin birliğinin esemesi okunamazdı. Bu darlık ve bilinç sığlığı içinde devrime yürümeye çalışılıyordu. Öyle ki, silahlı bir güç oluşturup temsil eden, silahlı eylem gerçekleştirme yeteneği taşıyan, örgütsel güç veya siyasi etkisine paralel görece kitlesellik kazanan, kısacası dar ufuklara hapsolmuş yeterlilik bilinci ya da kavrayışıyla, her devrimci yapı kendisini devrimin önderi görüp diğer devrimci güçleri dikkate almaktan uzak devrim için kâbus olan bir rüya içindeydi. Astığım astık, kestiğim kestik havasında olanlar da işin cabası.
Mahallelerin yasaklanması veya devrimcilere menedilmesi, hatta siyasi faaliyetlere izin verilmemesi gibi son derece devrim dışı anlayış ve tutumlar yine devrimciler tarafından uygulandı. Bir yarıştı almış başını gidiyordu. Dar çekişmeler, güç gösterileri, üstünlük kurma hevesleri, birbiriyle uğraşma pratiği yaygın hal alıyor, devrimci enerjinin yönelim yönü farkına varmadan değiştiriliyordu. Bu yetmiyordu; farklı devrimci örgütler siyasi yaftalarla damgalanıp ötelenirken, kendi içlerinde de aynı damgalamalarla güçlerini kemiren o sekter politika izleniyordu. Tabii ki hepsinin sonu hüsran oldu! Daralmalar gelişti, bölünüp parçalanmalar yaşanıp devrimci güçler eriyerek zayıfladı. ‘‘Hiç mi olumlu pratik yoktu” diye itiraz edilebilir. Elbette vardı. Ödenen bedellerle yıkılmaz değerler yaratıldı. Kahramanca eylemler, mücadeleler gerçekleştirildi. Belli bir birikim yaratıldı, tecrübeler kazanıldı. Ama esas ve egemen olan eğilim, gerçek devrim bilinci bakımından sorunlu bir pratik olarak hüküm sürüyordu ve bu kahraman mücadelelerin bilinçli hedefler doğrultusunda geliştirilmesinden uzak düşülüyordu.
Devrimin şu veya bu biçimde tasavvur edilip programlaştırılması, bu uğurda mücadele edilmesi, bedellerin göğüslenmesi, teorik tartışmalar yürütülmesi vb konularında kararlı, hatta keskin bir duruş vardı. Ancak, yöntem ve bilinç meselesinde ciddi sorunlar vardı. Örneğin, örgütler arasında yürütülen ideolojik teorik tartışmalar ya karşısındakini mat edip ezme bilinciyle yürütülüyordu ya da bilinçli bir hedef doğrultusunda değil sürecin yoğun politik atmosferi gereği yapılıp yürütülüyordu. Bu tartışmalarda kaba yöntemlere başvurulması da başka bir aymazlıktı. Ve bu tartışmalarda birleşmeye, ortak mücadelenin geliştirilmesine vb. dönük bir amaç güdülmediği gibi, öğrenme ve öğretme temelinde ikna edilmeye endeksli bir tutum da benimsenmiyordu. Aksine, mahkum etme ve ben doğruyum siyasi egosunu tatmin etmeye dönük bir kültür ve tarz izleniyordu.
Bütün bu süreçler neye mal oldu? Büyük kitleleri etkileyerek kucaklamış olan devrimci hareket veya devrimci durumun, devrim doğrultusunda değerlendirilme temelinde değil, objektif olarak heba edilmesine, devrimci hareketin günbegün gerileyerek içe çekilmesine, tarihsel fırsatların kaçırılmasına mal oldu, kötü kullanılmış oldu. Devrimci cephe zayıflayıp gerilerken, karşı devrim daha bir örgütlenip nüfuz kazanıyordu. Hedef devrimdi ama metot başkaydı. Metotsuzluk veya buradaki sorun fiilen kendiliğindenlik serüveni olarak somut kazanım ve sonuçlardan uzak kalmayı koşulluyordu. Onlarca yıla yayılan devrimci mücadelenin, ödediği en ağır bedellere karşın, kat ettiği yol ve geldiği yer acı bir tablo olarak önümüzde durmaktadır.
Yaşam gerçeği inatçı bir öğretmendir; öğrenmek istemeyenlere bile öğretmeyi bilecek kadar kudretli, tesirlidir
Şimdi daha ilerde olunduğu kesindir. Yaşam gerçeği inatçı bir öğretmendir; öğrenmek istemeyenlere bile öğretmeyi bilecek kadar kudretli, tesirlidir. Eskiden önemli bir kopuş vardır; hala eskinin izleri tam silinip atılmasa da ve cılız olarak varlığını sürdürse de, sekter siyaset, geri anlayış önemli oranda aşılmıştır. Mutlak değil ama görece de olsa, ciddi bir kopuş eğilimi göstererek eskiden kopma izlenmektedir. Eskiye dair metotsuzluk sorunu ve bilinç meselesi aşılarak belli bir gelişmeye varılmıştır.
Örneğin, eskide neredeyse hiç olmayan ittifak, güç ve eylem birlikleri siyasetinin politika haline getirilmesi veya dikkate alınması meselesinde bugün ciddi aşamalar kaydedilmiştir. İttifak politikası, eylem birliği siyaseti, birlik anlayışı, dolayısıyla devrimci güçlerin ortak mücadelesi, birleşik mücadele kültürü, dayanışma bilinci, örgütler arası ilişkiler gibi meselelerde bir yaklaşıma, metoda, bilince sahip olmayan örgüt neredeyse kalmamıştır. Hemen her örgüt bunları tartışmakta, doğru ya da yanlış bu konularda bir siyasete sahip bulunmaktadır. Bu politika ve siyasetin aktüel hale gelmesi veya devrimci örgütler tarafından bilinçli bir politika temelinde ele alınması önemli gündem olarak öne çıkmaktadır. Birlikler tartışılmakta, güç ve eylem birlikleri yapılmakta, ittifaklar gerçekleştirilmekte ve devrim cephesinin ilerletilmesi uğruna çabalar gösterilip pratik adımlar atılmaktadır.
Bu gelişme geç kalınmış bir adımı ifade eder ama devrimcidir. Sekter siyaset esasta terk edilmiştir. Her örgüt kendi dışındaki devrimci örgütü görmekte, dikkate almakta ve doğru ilişkiler geliştirmektedir. Hatta sekter siyasetin yerine liberal politikanın geliştiğini bile söyleyebiliriz. Elbette bu da bir sorundur. Sağa karşı sol, sola karşı sağ tehlikesi bu özgülde gündeme gelmektedir. Eski sekter çizgiye tepkinin liberal çizgi, siyaset rağbet görmekte, gelişmektedir. Oysa, birliklerin ideolojik mücadeleyi yadsımadığı, ittifak ve eylem birliklerinin ilkelere dayanması gerektiği yadsınamaz. Tersi durumda tüm iyi niyete karşın yanlışa sürüklenmek kaçınılmaz olur.
Dolayısıyla, birlik, güç-eylem birliği, ittifak gibi meseleler son derece isabetli ve gerekliyken, bütün bunların ideolojik mücadele ve ilkeler zemininde ele alınması doğru olandır. Bir doğru ile bir yanlış, doğru yapmaz. Kısacası, bu olumlu gelişme döneminde de bir metot sorunundan bahsetmek mümkündür. Devrimcilerin birliği, ittifakı, eylem birliği kesinlikle geliştirilmelidir. Bunu sulandırmak kabul edilemez. Ama aynı zamanda, bu birlik, ittifak ve eylem birlikleri belli anlayış, ilke ve ideolojik mücadele normları temelinde gerçekleştirilmelidir. Birini uygulamak, diğerini unutmak başka bir yanlışa yol açar.
Bu dönemin metot sorunundan önemli olan diğer kısmı ise, devrimci güçler arasındaki ittifak, eylem birliği ve birlik meselelerinde geri re-aksiyoner bir tavrın da devrimci örgütlerin tabanında, içinde olması gerçeğidir. Devrimciler arası bu ilişki ve kurumsal hukukun gerekliliği tartışmasız bir ihtiyaç ve devrim, demokrasi anlayışına uygun iken, bu ilişkilere ve ilişkilerin örgütsel adımlara dönüşmesine itiraz eden anlayış ve tutumlar kesinlikle yanılgılıdır ve devrimci mücadele metodu açısından sorunludur.
Oysa, devrimci ittifak ve eylem birlikleri, örgütsel birlikler karşısında çok daha özenli, hassa yaklaşılması ve bunların özel bir önem verilerek geliştirilmesi tek doğru devrimci tutumdur. Devrimin gelişmesi mutlaka bu yolu izler. Devrimciler gelişip büyümeden devrimin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz. Birlik, ittifak, eylem birliği metodu devrimci metottur, devrime giden metottur. Ayrılıkların öne çıkarılarak, birlik zemininin hasır altı edilmesi devrimci siyaset değildir. Ayrılıklarımız kadar birliklerimize de önem vermeli, birliklerimizi geliştirme çabası vermeliyiz. Birleşerek ideolojik mücadele, ‘‘hem birlik hem mücadele” siyaseti olarak doğrudur. ‘‘Hep mücadele” siyaseti yanlıştır. Devrimci metot, birlik ve mücadele metodudur. Birliklerimizi geliştirme, ittifak ve eylem birliklerimizi büyütme devrimin yararınadır. Bundan kaçmak sekter siyasetin hortlatılmasıdır.
İç ideolojik mücadelelerde de aynı prensip benimsenmelidir. Sekter ve yıkıcı tek tutum hatalı anlayış ve yöntem olarak reddedilmelidir. Kendimizi sağlamlaştırıp güçlendirmeden, devrimci cepheyi ve devrimi geliştirip güçlendiremeyi başaramayız. Ama aynı zamanda devrimci güçler gelişmeden de örgüt olarak gelişemeyiz. Devrimin gelişmesiyle devrimci örgütün gelişmesi karşı karşıya konamaz. Doğru çizgi, sağlam örgütle devrimci cepheyi büyütmek, güçlü devrimci cepheyle devrimci örgütü güçlendirmek ve böylece mücadeleyi ilerletip devrime yürütmektir. Eskiden kopuşu, doğru temeller üzerinde yapmayı başaramayanların ileriye yürüyüşü niyet ve azmine rağmen başarılı olamaz. Olsa olsa başka bir tür kendini tekrar olarak yaşanır her şey.

