
İran ile İsrail arasında beklenen savaş patlak verdi. Savaş ‘’yeni nesil savaşlar’’ formatında biçimlense de, yaşananın bir savaş olduğu su götürmez gerçektir. Ve bu savaş, salt ilgili iki tarafla sınırlı lokal bir savaş değil, onun ötesinde emperyalist blokların örtülü olarak içinde olduğu ve doğrudan dahil olabilecekleri güçlü olasılığıyla emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesini mümkün kılan kritik bir eşiği ifade eder.
Yalın gerçek şu ki, Siyonist İsrail devleti partneri veya ittifakı ABD emperyalizmiyle birlikte kurguladığı stratejik plan temelinde ve gerekli ‘’yol temizliklerini’’ de yaptıktan sonra sıraya koyduğu İran’a saldırdı. Dolayısıyla reel gerçekte Siyonist İsrail devleti siyasi bakımdan saldırgan ve savaşı başlatan haksız taraftır. İran meşru müdafaa hakkını kullanan, bu anlamıyla mevcut savaş somutunda siyasi olarak haklı olan taraftır.
Her iki taraf da dünya gericiliğinin birer unsuru ve parçası durumundadır. İki devlet de sınıf niteliği bakımından aynıdır; burjuva gerici karakterdedir. Bu savaş ezilen ulus ve halkların çıkarlarını temsil etmemekte, etmez. Savaşın arka planı, emperyalist haydutlar arasında güç dengelerinin yeniden biçimlendirilmesi temelinde Ortadoğu’da kurulacak yeni dengeler bağlamında bölgede otorite ve inisiyatif tesisiyle tekelci tahakküm alanlarının yeniden çizilmesi ve son tahlilde emperyalist blokların hegemonya dalaşına dayanır. O halde, İran-İsrail arasındaki mevcut savaşı emperyalist dünya haydutluğu bağlamından kopuk ele alınamaz, almak açık bir yanılgı olur.
Gericiler arasında tercih yapma ya da destekleme tartışmasını dışta tutarak ve bundan bağımsız olarak, reel gerçekte İran saldırıya uğrayan ve meşru müdafaa yapan pozisyonuyla haklı, ilk saldıran ve saldırıyı başlatan taraf olması nedeniyle İsrail haksızdır demek yanlış olmaz. Fakat yaşanan çatışma, saldırganlık ve savaş denklemi basit haklılık/haksızlık ikileminden çok daha derin ve karmaşıktır. Ateş İran ve İsrail’de yansa da, dumanı bölge ülkeleri ve tüm dünyadan yükselecektir. Çünkü meselenin özü, İran’ı da İsrail’i de aşan niteliktedir. Çünkü sorun haklılık-haksızlık çerçevesine sıkıştırılacak kadar basit değildir. Ve çünkü, İran’ın dizayn edilmesi bölgede güç dengelerini kökten sarsacak, ABD-İsrail lehine, Rusya-Çin aleyhine stratejik sonuçlar yaratacaktır. İran’ın düşmesi, düşürülmesi bu anlama gelir ki, Rusya-Çin ekseninin buna rıza göstermesi tasavvur edilemez. Yeni bir paylaşım savaşının patlak vermesi bu zeminde güçlü olasılıktır.
İran’da Molla rejiminin değiştirilmesi bir hedef olarak gerçek olsa da, sorunun özü bu değildir; Sürecin doğru okunması, dünya halkları ve mazlum uluslarının karşı karşıya olduğu dünya savaşı tehdidi görmek, yani geliyorum diyen büyük felakete geniş pencereden bakmaktır. Bu, süreç karşısında doğru pozisyon almak için elzemdir. Emperyalist savaş saldırganlığı ve kapıya dayanan emperyalist paylaşım savaşı tehdidi başta olmak üzere, tüm gerici savaşlara karşı dünya proletaryası ve mazlum halklarını ayağa kaldıran evrensel bir karşı koyuşun örgütlenerek geliştirilmesi, özelde de gerici savaşlara karşı devrimci savaşların yükseltilmesi günün yakıcı ihtiyacıdır. İsrail’i veya İran’ı destekleme-desteklememe geçersiz bir tartışmadır; elbette desteklenemezler. Aynı biçimde tarafları haklı-aksız görme tartışması anlamlı da olsa, büyük resim karşısında güdük bakış açısı sığlığında dar-döngüye hapsolmaktır. Bu tartışmaları geride bırakarak, emperyalist gerici savaşlara karşı siyasi teşhir ve direniş kampanyaları temelinde uluslararası mücadele barikatının örgütlenmesine efor sarf etmek esastır. Bu tutum temelinde devrimci savaşların geliştirilmesini merkeze almak tarihsel sorumluluk kavrayışıyla odaklanması gereken temel tutum olarak elzemdir. Emperyalist savaş ve bilumum gerici savaşları bitirecek olan haklı devrimci savaşlara sarılmak tarihi görevdir…
Ortadoğu’da savaş kışkırtıcılığında ve kitle kıyımında koç başı Siyonist İsrail devletidir
Siyonist İsrail devleti Ortadoğu coğrafyasında, özellikle Filistinli çocuk, kadın ve yaşlılar dahil, tüm sivillere karşı gerçekleştirdiği acımasız kıyım ve katliamlar terörüyle bölgenin firavunu, adeta seri bir celladı durumundadır. Bölge halkları ve mazlum uluslarına reva gördüğü vahşi katliam/kıyımı sadece kendi adına değil, tam desteğini aldığı ABD emperyalizmi ve AB’li emperyalist devletler adına yürütmektedir. Siyonist İsrail devleti bölgenin bütün devletlerini kendi varlığı ve güvenliğine tehdit gerekçesi yapmasına rağmen, gerçekte bölgenin en büyük tehdit unsuru ve saldırganlık odağı bu Siyonist devletin kendisidir.
Siyonist İsrail devletinin bu saldırgan kıyımcı tutumu ancak ABD emperyalizminin BOP/GOP’ni uygulamak için uygun şartları yaratarak bölgenin dizaynı üzerinden dünya hegemonyasına uzanan stratejik plan temelinde anlaşılabilir. Ki, büyük bir saldırganlıktan ibaret olan bu proje ve planın ana hedefi, Rusya-Çin eksenli bloğun kuşatılarak geriletilmesidir. İran’ın bu blokla ilişkileri ve aynı zamanda bölgede direnç gösterebilecek güce sahip bir devlet olması itibarıyla Siyonist İsrail saldırganlığının hedefi haline gelmiştir. Ne var ki Hamas’ın ‘’Aksa Tufanı’’ adını verdiği İsrail’e dönük saldırısı da, İsrail ve ABD’nin bu planlarının devreye sokulmasının bir fırsatına dönüştürülürken, Hamasın bu saldırısının biçimi üzerinde iddia edilen yönlendirilme kuskusu da giderilmiş değildir. Ki, IŞİD vb. çetelerden devşirme HTŞ eliyle Suriye’de, Esad iktidarının bir bardak su içer gibi yıkılarak HTŞ lideri Colani’ye teslim edilmesi ‘’Arap Baharı’’ stratejisini boşa çıkaran bir direniş sergileyerek direnen Esad’ın, HTŞ’ye karşı küçük bir direniş sergilemeden iktidarı teslim etmeye razı olmasının ortaya çıkardığı muammanın ardından Suriye devlet başkanlığına getirilen Colani örneği düşünüldüğünde, Hamas’ın İsrail’e dönük saldırı eyleminin bizzat ABD emperyalizmi tarafından devşirilmiş odak ya da unsurlar eliyle yapılan planının bir parçası olarak gerçekleştirildiği ileri sürülebilir…
Filistinli siviller ve çocuklara karşı gerçekleştirdiği cani kıyımdan aldığı güç, Hamas, Hizbullah gibi silahlı siyasal İslamcı örgütlere vurduğu darbelerden aldığı motivasyonla Orta doğuyu kendisi için ‘’dikensiz gül bahçesine’’ çevirmek isteyen Siyonist İsrail devleti Netanyahu eli ve ABD emperyalizminin garantörlüğünde İran’ı da kanlı postalları altında barbarca ezip teslim almayı tasavvur etmektedir. Suriye yenilgisini tersine çeviren ABD emperyalizmi, ele geçirdiği fırsatla bölgenin jandarması olarak tayin ettiği Siyonist İsrail devletiyle bölgedeki tahakkümünü pekiştirip dünya hegemonyasını ilan etmek istemektedir.
Kuşkusuz ki, bu süreç ABD ve İsrail haydutluğu için süt-liman geçmeyecektir. Çin ve Rusya’nın devreye girdiği gibi, bundan sonra daha açık devreye girme olasılığı güçlüdür. Yani, emperyalist bloklar arasında dünya hegemonyası uğruna bir dalaş süreci yaşanacaksa, bu paylaşım savaşı temelinde yaşanacaktır. İran’da odaklanan ABD ve İsrail ittifakı saldırganlığıyla esasta Çin ve Rusya ekseninin sınırlanarak geriletilmesi hedeflenmektedir. Rusya-Çin bloğunun pazar gücü ve dünya pazarındaki pay ve nüfuzu düşünüldüğünde, bunun çatışmasız/savaşsız ve kolayca olmayacağı açıktır.
Mevcut gelişmeler üzerinden varılacak teorik yorum ve çıkarsamalar bağlamında 3. emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesi tamamen muhtemeldir. Ve şayet klasik manada bir dünya savaşı patlak verirse bunun sonuçları her taraf için yıkıcı ve felaket getirici olacaktır. Dahası dünya devrimler dalgasının aktüel hale gelmesi de diğer bir kaygı olarak emperyalist barbarlığın masasına koyacağı temel bir ihtimaldir. Özetle, olası bu savaş hakkında karar verici siyasi erklerin, mevcutta yürüttükleri lokal/parça savaşlar biçimindeki yeni nesil savaşlardan öteye geçerek klasik bir dünya savaşını tercih etmeleri veya buna başvurmaları kolay olmayacaktır. Savaşın patlak vermesi ne kadar güçlü olasılık ise, paylaşım pazarlıklarıyla ara/geçici çözümlerin üretilmesi, savaşın ertelenmesi de o kadar olasıdır. Emperyalist dünya sistemi uluslararası ve çok uluslu tekeller seviyesiyle ciddi biçimde iç-içe geçmiş, karşılıklı bağımlılıklar barındırmaktadır. Zira, emperyalist dünya sisteminin çatlayarak çökmesi, sistemin ana aktörlerinin çökmesiyle iç-içedir. Genel emperyalist sistem zincirinden bir halkanın kopması durumunda bütünlüklü bir etkiye maruz kalacak niteliktedir. Ekonomik ilişki ve bağımlılıklar, büyük ekonomiler arası çatlak ve çöküşlerde genel sistemin alabora olmasına yol açacak niteliktedir. Kısacası, ABD emperyalizmi Çin’in ekonomisine, Çin ABD ekonomisine muhtaç ve bağımlıdır. Birinin çökmesi, diğerinin çökmesine bir sebepken, genel sistemin çökmesine yol açacak sonuçlar doğurmaya da sahiptir. Bu muhtemel sonuçlar nedeniyle bir dünya savaşını göze almak o kadar kolay değildir.
Askeri-siyasi olarak ise, özellikle ABD ve İsrail’in mevcutta başvurduğu savaş taktiği veya izlediği savaş siyaseti dikkate alındığında; ki bu taktik veya siyaset, ana hedefi besleyen dayanak ve güçlerin etkisiz hale getirilerek asıl hasmın yalnızlaştırılıp güçsüzleştirilmesi ya da taktik aşamalarda en uygun şartların yaratılarak ana hedefe saldırması biçiminde gelişmektedir. Örneğin, İran’a saldırmadan önce, İran’ın etkisindeki silahlı örgütlerin etkisiz hale getirilmesi ve hatta Suriye’nin hal edilmesi gibi taktik aşamalı stratejik bir plan uygulandı/izlendi. İran’ın düşürülmesi ise, örneğin Rusya’nın bölgedeki önemli müttefiklerinden belki de en önemlisini ekarte etmektir. Ki Rusya’nın Ukrayna savaşıyla yıpratılması da aynı strateji bağlamındaki taktik siyasettir. Rusya’nın zayıflatılıp geriletilmesi ise, daha geniş anlamda Çin’in ittifakından yoksun bırakılması veya Çin-Rusya bloğunun zayıflatılarak parçalanması ve giderek dağıtılması, bütün bunlar toplamında da ABD emperyalizminin dünya haydutluğunun olanaklarını yaratıp ilan etmesi anlamına gelecektir. ABD emperyalizmi bu stratejik planında önemli başar elde etse de, her şey güllük gülistanlıktır denilemez. Zira, emperyalist sistem ve bloklar (ABD’den Rusya’sına, Çin’inden Almanya, İngiltere ve Fransa’sına vb. kadar tüm devlet ve güçler) tepeden tırnağa silahlıdır; kimyasal silahlar, atom bombaları ve biyolojik silahlar bu sistem ve sistemin başat aktörlerinde mevcuttur. Blokların askeri ve silah kapasitesi bilinmektedir ve birinin yok olması ötekinin yok olmasından bağımsız olmayacaktır. Bu şartlarda, mevcutta yürütülen savaşları atlayarak bir ileriki klasik dünya savaşına karar vermeleri elbette kolay olmayacaktır. Ama emperyalizm kriz, bunalım, buhran ve savaş üreten demektir; bu da unutulmamalıdır.
Özetle; İsrail-İran savaşı yukarıdaki anlamları bağlamında dünya savaşı olasılığını güçlü kılan kritik bir eşiği ifade etmektedir. İran çökerse savaşın patlak vermesi tamamen olasıdır. İran’da rejimin değiştirilmesi ortak uzlaşma noktası olabilir, muhtemelen olacaktır. Aksi halde dünya savaşına gitmek kaçınılmazdır. Bu da kolayca tercih edilecek bir şey değildir; çünkü bu gerçek bir felakettir. İran çökmeyecektir ama rejimin değişmesi mümkündür!
Her şart ve durumda emperyalist sistem ve savaşlara karşı dünya proletaryası ve ezilen halklarının ayağa kaldırılması proleter devrimcilerin öncelikli, somut ve ivedi görevi, es geçilemez tarihi sorumluluğudur. Dünyayı felaketlerden kurtaracak olan proleter devrimlerle dünya devrimine yürümektir!…

