Connect with us

Analiz

Tuncay Özdemir yazdı | Tanıma Musluğunda Ellerini Yıkayanlar

Biliyoruz ki tanıma, ablukayı kaldırmayacak; İsrail tarafından katı şekilde uygulanan ablukayı yani sistematik aç bırakma politikasını durdurmayacak; uluslararası hukukun sayısız ihlalinin yaşandığı bu süreçte İsrail’in hesap vermesine mecbur kılmayacak.

İki yıla yaklaşan İsrail terör devleti saldırılarında Gazze, tarihsel ölçekte bir yıkıma ve açlığa mahkum edildi. Bağımsız gıda güvenliği sınıflandırması IPC, 15 Ağustos 2025 itibarıyla Gazze Valiliği’nde resmen kıtlık (Famine, Aşama 5) yaşandığını doğruladı; yarım milyondan fazla insan “açlıktan, yoksunluktan ve ölümlerden” etkilenen felaket koşullarında yaşama tutunmaya çalışıyor. Filistin’de önümüzdeki haftalarda kıtlığın Deir el-Balah ve Han Yunus bölgelerine yayılacağı öngörülüyor; 5 yaş altı 132 bin çocuk akut yetersiz beslenmeden risk altında. UNICEF, Ağustos araştırmalarında her 5 çocuktan 1’inin akut yetersiz beslenme ile karşı karşıya olduğunu raporluyor. Bu tablonun hiç çekince olmaksınız, sadece “insani kriz” değil, bilfiil aç bırakmanın sağlandığı bir düzeneğe işaret ettiğini söyleyebiliriz.

İçinde bulunduğumuz vahşet ortamına uluslararası mahkemeler kayıtsız kalamadı. Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), Ocak 2024’te Gazze’de soykırım riski bulunduğuna işaret ederek İsrail’e önleyici tedbirler emretti; Mart 2024 ve Mayıs 2024 emirlerinde özellikle açlık ve kıtlığın önlenmesi için derhal ve etkili gıda erişimi sağlanmasını istedi. Yani kısacası bağlayıcılığı bulunan uluslararası hukuk kurumları açısından “aç bırakma” bugün bir politik tercih olarak görülüyor ve durdurulması için bir hukuk emri veriyor.

Ceza hukuku cephesinde ise de tablo daha ağır: Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) geçtiğimiz süreçte yargıçlar İsrail Terör Devleti’nin başı Netanyahu ve önceki genelkurmay başkanı Gallant hakkında yakalama emirleri çıkardı; isnatlar arasında “savaşı yürütme yöntemi olarak aç bırakma” da var. Bu, Gazze’de görülen açlığın bir “yan etki” değil, cezalandırılması gereken bir savaş yöntemi olduğuna dair en güçlü hukuki karar.

Tam da bu nedenle, dünyanın dört bir yanındaki sivil inisiyatifler, hükümetlerin suç ortaklığına karşı fiilî hayat hatları kuruyor. Madleen adlı küçük ama sembolik yardım gemisi, Haziran’da Sicilya’dan ayrılıp Gazze’ye tıbbi/temel malzeme ulaştırmak için yola çıktı; İsrail kuvvetlerince uluslararası sularda durduruldu ve Ashdod’a çekildi. Gemide Avrupa Parlamentosu’ndan vekiller ve gazetecilerle birlikte uluslararası kamuoyunda önce ekoloji aktivisti olarak tanınan ancak, son dönemde Filistin’de yaşanan soykırıma karşı ısrarlı duruşuyla gündeme gelen Greta Thunberg de vardı.

Geçtiğimiz aydan itibaren daha büyük bir sivil deniz konvoyu olan Küresel Sumud Filosu, İsrail deniz ablukasını doğrudan zorlayarak yardım ulaştırmayı hedefliyor. Bu filoda çok daha fazla sayıda ünlü aktör ve siyasetçi gibi tanınmış sima İsrail ablukasını kırmak için harekete geçmiş durumda. İsrail’den bekleneceği gibi Sumudi filosuna yönelik dron saldırıları haberlere düştü; İtalya ve İspanya, vatandaşlarının güvenliği gerekçesiyle savaş gemileri gönderdi. Resmî çekincelere rağmen bu, Avrupa’nın nadiren görülen bir “eşlik” refleksi. Filonun kararlılığı, “alışıldık diplomatik cümlelerin” ötesine geçen bir somut dayanışma pratiği olarak görülebilir.

Tam da bütün bunların yaşandığı konjonktürde, Batı’da Filistin’i tanıma dalgası başladı. Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, Portekiz ve Fransa çeşitli formüllerle ve şartlı dillerle de olsa Filistin devletini tanıdıklarını ilan ettiler. Bu adım diplomasi tarihine göre elbette kayda değerdir ve ilk görüşte böylesi bir dönemde gerçekleşen sempatik bir uluslararası ilişkiler hamlesidir; ama iki yıl boyunca süren yıkım, açlık ve sivil ölümler karşısında hayli “geç ve eksik” olduğunu da teslim etmemiz gerekiyor. Çünkü soykırımın ilk gününden itibaren uluslararası siyaset dengeleri ve ticari ilişkileri, daha doğrusunu ‘’üstün çıkarlarını’’ önceleyen batılı emperyalist devletler şimdi tanıma hamlesiyle aslında soykırım suçundan deyim yerindeyse yırtmak istiyor. Biliyoruz ki tanıma, ablukayı kaldırmayacak; İsrail tarafından katı şekilde uygulanan ablukayı yani sistematik aç bırakma politikasını durdurmayacak; uluslararası hukukun sayısız ihlalinin yaşandığı bu süreçte İsrail’in hesap vermesine mecbur kılmayacak.

Bu noktada bana özellikle çarpıcı gelen bir karikatür var. Üzerinde “Recognition of Palestine” yazan bir musluktan akan suyun altında, İngiltere, Fransa, Kanada ve Avustralya ülkelerini temsil eden kişilerin kanlı ellerini yıkadığı bir çizim. İlk kez @Imancipated adlı bir sosyal medya hesabında karşıma çıktı. Karikatür, aslında bu tanıma dalgasının anlamını en özlü şekilde anlatıyor: Ülkeler, ellerini bu musluğun altında yıkayarak sanki sorumluluktan arınıyorlar. Bu yüzden, “ellerini tanıma musluğunda yıkama” metaforu, bugün Batı’nın tavrını açıklamanın en güçlü yollarından biri hâline gelmiş durumda.

Meseleyi anlamak için bir “turnusol kâğıdı”na ihtiyacımız olacaksa, bu niyetle şu soru sorulmalı: En başından beri soykırıma karşı gerçekten ne yaptınız? İsrail ile ilişkilerinizi nasıl düzenlediniz ve nasıl devam edeceksiniz? Lahey kararlarını uygulamak için hangi bağlayıcı adımları attınız; abluka ve aç bırakmayı mümkün kılan silah, yakıt, yedek parça, çift kullanımlı malzeme akışlarını kesmek için hangi lisansları iptal ettiniz; hangi yaptırımları devreye soktunuz? Tanıma, bu sert ve somut adımların yerine geçemez ancak bu adımlar için bir itki sağlayabilirse tarihî anlamı olur.

Filistin’i zaten çok uzun yıllardır devlet olarak tanıyan Türkiye açısından da aynı turnusol kağıdı geçerli. Ankara sonunda Mayıs 2024’te İsrail’le ticareti tamamen durdurduğunu açıklamıştı ancak işin böyle olmadığı, ticaretin dolaylı şekilde sürdüğü çeşitli gazeteci ve araştırmacıların araştırmaları sonucunda defalarca kanıtlandı. Türk Devlet Başkanı Erdoğan’ın ısrarlı İsrail karşıtı söyleminin pratik ile arasındaki çelişki bariz şekilde ortada.

Son söz yerine: Gazze’de kıtlığın resmen teyit edildiği, çocukların açlıktan öldüğü, mahkemelerin “acil gıda erişimi” talimatı verdiği bir dünyada, gerçek ahlaki ve hukukî eşik belli olduğu kanaatindeyim. Bugün “Filistin’i tanıyorum” demek, ancak şu şartlarla anlamlı olacaktır:

*Ablukayı kıracak insani erişimi fiilen sağlamak

*Aç bırakmayı bir savaş yöntemi olarak sürdüren İsrail terör devleti ve onun yöneticileri için bağlayıcı yaptırımlar uygulamak

*Silah/ikmal zincirlerini derhâl kesmek; (4) ICJ/ICC süreçlerine tam iş birliği yapmak.

Aksi hâlde söz konusu tanımalar, “21. yüzyılda dünyanın gözü önünde işlenen bir suça ortaklığın üzerini örtmeye” yarayan cilalı bildiriler olarak kalacaktır. Turnusol kâğıdı, en başından beri soykırıma karşı takınılan net demokratik tutumdur ve o kâğıt, bugün de herkesin elinde rengini açıkça veriyor.

Kaynakça / Bibliyografya

*International Court of Justice (ICJ). (2024, 26 Ocak). Application of the Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide in the Gaza Strip (South Africa v. Israel), Order of Provisional Measures. Lahey.

*International Court of Justice (ICJ). (2024, 28 Mart & 24 Mayıs). Orders on Provisional Measures (Further Measures). Lahey.

*International Criminal Court (ICC). (2024, 20 Mayıs). Prosecutor v. Benjamin Netanyahu and Yoav Gallant: Applications for Arrest Warrants. Lahey.

*IPC (Integrated Food Security Phase Classification). (2025, 22 Ağustos). Special Snapshot: Gaza Strip – Famine confirmed in Gaza Governorate. https://www.ipcinfo.org

*UNICEF. (2025, Ağustos). Nutrition Situation in Gaza: Child Malnutrition Rapid Assessments. New York.

*@Imancipated. (2025). Sosyal medya paylaşımı: “Recognition of Palestine” karikatürü.



Kasım 2025
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930

More in Analiz