
İçinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan, belediye yöneticileri ve gazetecilerin olduğu çok sayıda kişi, tekçi iktidarın siyasal bir operasyonuyla göz altına alındı. AKP-MHP iktidar kliğinin, burjuva muhalefet kliği olan CHP’ye çektiği bu operasyon, bölgede ve içte gelişen siyasal süreç baz alındığında, özellikle iktidarın çoklu siyasal denklemlerinin sonucu olduğu tartışmasızdır.
İktidar avantajıyla burjuva egemenlik aygıtı olan devletin kurumlarını tek elde merkezileştiren Erdoğan güruhu, “Terörle Mücadele Kanunu”, “OHAL” yasası ve “Kanun Hükmünde Kararnamelerle”, oluşturduğu kuralsız darbe “hukuku” ile, bütün siyasal ve toplumsal muhalefeti hedefleyerek, toplumu teslim almak istemektedir. Ekonomik ve siyasal ayaklarıyla bir savaş mekanizması olarak kurguladığı kayyım siyaseti, ekonomik-demokratik hak arama eylemlerine karşı uyguladığı devlet terörü, devrimci-demokrat-aydın-akademisyen-sendikacı kurum ve öznelere karşı devreye koyduğu açık faşist baskılar, burjuva anlamda dahi bir hukuksal prosedür gözetmeden özel savaş kuralsızlığında uygulanmaktadır. Kayyım ve darbecilikle yöneten bu tekçi diktatörlüğün temel hedefi Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerini esir almaktır.
Ama iktidarın politik süreci açısından kurduğu çoklu denklemde, hedef seçtikleri kesimler sadece sınıfsal-sosyal toplumsal dinamikler ve örgütlü güçlerle sınırlı kalmıyor, burjuva klik dalaşında hedeflerini konjonktürel olarak belirliyor. CHP’li belediyeler ve siyasal aktörlerine darbe “hukuku” ile çekilen operasyonların hemen arifesinde, Erdoğan “Bölgede ve dünyada yeni denklemler kurulurken, Türkiye’yi (Türk egemenlik sistemini tarif etmektedir) buna en uygun hazırlamak istiyorum” açıklamasıyla, bu stratejisini açıkça ortaya koymuştur.
Emperyalist bölgesel savaşlar ve hegemonya krizi sarmalında, bölgede ve dünyada sarsıcı sonuçlar yaratan siyasal, ekonomik, askeri gelişmelerin fay hatları üzerinde durmakta olan “TC” egemenler sistemi, her sorunda kırılmaya amade bu hatlar üzerinde statükocu, tekçi zihniyeti ile ayakta durmak için stratejiler geliştirmektedir. Özellikle İsrail-Filistin savaşı, Suriye’de şekillendirilmeye çalışılan jeopolitiğin mahiyeti ve bu siyasal ortamda Kürt Ulusunun konumlanışı, “TC” sisteminin klikleri arasında da ciddi gerilimlere ortam hazırlamaktadır. Mevcut ortamında, siyasal iktidarını sürdürmek için emperyalist hegemonya stratejilerinde rol alma gayreti AKP-MHP iktidarının en temel hedefidir. Esad rejiminin son bulması, HTŞ’nin Suriye’de başa getirilmesi, Kürt ulusunun belirli vaatler ve “uzlaşmalarla” bu sürecin içine dahil edilmeye çalışılması da bu iktidar bekasının bir sonucudur ama onlar bunu kamuoyuna “rol kestik” biçiminde sunarak bu sürecin Erdoğan ve güruhu açısından taşıdığı temel riskleri gölgeleme uğraşındadırlar. Siyasal ve ekonomik olarak genişleme, pastadan pay kapma ve çatışmalar ortamında vazife çıkarma cazip olsa da, bölgesel güçlerin, emperyalist aktörlerin çıkarlarına dayanması durumunda “TC”nin kapana kapanması ihtimal dahilinde olan bir risktir.
Bu riskler, birincisi, iç toplumsal muhalefetin baskılanmasında iktidar açısından tehlike çanları anlamına gelecektir. İkincisi, bu durumdan vazife çıkaran burjuva “muhalif” klik açısından önemli fırsatlar yaratacaktır. Dünya ve bölgesel gelişmelerde “Yavuz” olarak rol almak isteyen Erdoğan, yeniden seçilmenin koşulu olarak gördüğü bir erken seçim sürecinde, “muhalif” burjuva kliğe bu avantajı kullandırmamak için, iktidar olma olanaklarıyla yıpratmak- itibarsızlaştırmak ve etkisiz kılmaya çalışmaktadır.
Yani bugün AKP-MHP iktidar kliği ile başını CHP’nin çektiği “muhalif” klikler arasında cereyan eden çatışmaların yeni perdesinin bir mahiyeti budur. Özü iktidar ve siyasal-iktisadi paylaşım dalaşıdır. Bu genellemeden öte, somut olarak bölgesel ortamda iştah kabartan devasa ekonomik rant ve siyasal genişleme rolü, sadece AKP-MHP iktidar kliğinin iştahı değil, tüm burjuva kliklerin kabaran iştahıdır. Her burjuva klik bu sahada kendi çıkarlarını genişletmek istemektedir. CHP’nin seçim süreci startı alması ve akabinde İmamoğlu’nu aday adayı olarak açıklaması, zaman yitirmeden aday seçim sandıklarını kurması, bugün AKP-MHP iktidar bloğunun başlatmaya çalıştığı süreci yönetmek isteme çıkışıdır. Yani Ortadoğu’da değişen ve dahada farklı değişmelere açık olan jeopolitik dengeler, Türk egemenler sistemini buna uygun yapılandırmaya zorlamaktadır. Bugün burjuva sahada klik dalaşlarını derinleştiren, bu yapılandırmayı hangi kliğin yöneteceği meselesidir. Öne çıkan somut nedenin bu olması, burjuva klik çatışmasının sadece bunun üzerinde şekillendiği anlamı taşımaz. Her kliğin temsil ettiği sermaye gurubunu palazlandırması, işçi ve emekçilerin gasp edilen emeğini kendi havuzuna çekmesi, iktidar ya da hükümet rolü ile sermaye kliğinin egemenliğini sağlaması, yaşanan klik çatışmalarının özetidir.
Cumhuriyet tarihi boyunca tekçi, ırkçı, inkârcı ve yasakçı devlet anlayışıyla halkımıza kan kusturan faşist diktatörlük, AKP-MHP iktidarı süreci ile, gemi iyice ağza alarak, halka layık görülen yokluk ve yoksulluğun yanı sıra, adaletsizlik ve hukuksuzlukla da sınır tanımaz hale gelmiştir. Türk- İslam sentezli faşist iktidar, kendisiyle çelişen, uzlaşmayan her türden muhalif kesimlere karşı, kumpas ve yalanlarla, baskı ve açık faşist saldırılarla, devletin bütün militarist, bürokratik aparatlarını da kullanarak bir korku imparatorluğu yaratma ve bu kendisi için “cennet” ortamında faşist iktidarını devam ettirme çabası içindedir.
Bugün, devletin iki sermaye gurubu arasında, kıyasıya bir rant ve iktidar kavgası yürütülmektedir. AKP- MHP ittifakı, başını CHP’nin çektiği muhalif kesimlere karşı da saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyor. Kuşkusuz bu saldırılar, Kürt Ulusal Hareketi ve emperyalist güçlerle girdikleri ve kamuoyundan bir sır gibi gizlenen anlaşmalardan da bağımsız olarak ele alınamaz.
Burjuva kliklerin derinleşen bu çatışmalarından, ezilen ve sömürülenlerin lehine ne toplumsal refah doğar ne de demokratik bir açılım çıkar. Her iki klik, gerici çıkarlarına toplumu ve toplumsal muhalefeti yedeklemek istemekte, bura üzerinden oluşturduğu olanaklarla siyasal sürecini icra etmek istemektedir. Somut süreçte, iktidar kliğinin açık anti demokratik, darbeci saldırılarına maruz kalan CHP, “mağdur” siyaseti ile toplumsal dinamiklerle buluşmak istemekte, ezilen ve sömürülen yığınların özgürlük- demokrasi-adalet ve ekonomik hak taleplerini, politikasının dinamiği haline getirmeye çalışmaktadır.
Sosyalistler, her sorunda olduğu gibi, burjuva klik çatışmalarına da, sınıfsal perspektifle yaklaşırlar. Bu, burjuva siyaset sahasında yaşanan gerici dalaştır tarzında bir ele alışla seyirci konumlanış ne kadar yanlış ise, burjuva klik dalaşında ortaya çıkan politik görevleri, toplumsal mücadeleyi, bir burjuva kliğin yönlendirmesine havale etmek, ya da bir burjuva kliğin siyasal ufkunun peşinden sürüklenmekte bir o kadar hatalı, sınıf perspektifinden savrulan bir yaklaşımdır. Burjuva klik çatışmalarının derinleştiği süreçler, geniş toplumsal kesimleri siyasal atmosferin içine çeken süreç olma niteliğiyle, sosyalistlere, devrimcilere daha geniş toplumsal kesimlere ulaşma koşulu yaratır. Ayrıca, iktidarın açık fiili faşist saldırılarının daha geniş toplumsal kesimler tarafından görülmesi açısında da, bu gibi süreçler önemli rol oynar. Devrimci okun sivri ucunun hedefinde olan iktidarın, kuralsız, hukuksuz, adaletsiz niteliğini teşhir etme ve yığınları harekete geçirmede, dinamik bir koşuldur. Bu bir avantaj iken, kapsayıcı, sınıf eksenli politika üretilememesi durumunda, toplumsal muhalefetin başka bir burjuva kliğe yedeklenmesi, sürecin riskleri olarak öne çıkar.
Süreç, çelişkilerin ve çatışmaların alabildiğine yoğunlaştığı ve çeşitlendiği bir süreçtir. Komünistler ve devrimciler bu süreci doğru değerlendirip ve analiz ederek, süreci kitlelerin ve devrimci mücadelenin lehine çevirmekle mükelleftirler. Bizler, iki sermaye gurubu arasındaki kavgada, birini diğerine tercih edici bir tutum içinde elbette ki olamayız, olmayız. Ancak, hakim sınıflar arasındaki çelişkilerden yararlanarak, süreci halkın lehine çevirme gibi bir sorumluluk ve görevle de karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle hareket etmek durumundayız.
İşçiler, emekçiler, öğrenciler, kadınlar sokakları, meydanları zapt etmeye başlamışken; “faşizme karşı omuz omuza”, “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganları yeri göğü inletirken, komünistler, devrimciler bu kavganın seyircisi olamazlar. Kitleleri sermaye guruplarının çıkar çatışmalarının peşine takma gibi bir tutum içerisinde olamazlar. Bugüne kadar çeşitli faşist yol ve yöntemlerle sindirilen, susturulan halk kitleleri, “bıçak kemiğe dayandı” diyerek sokağa ve meydanlara inmiş ise, bu mücadeleyi sermaye guruplarının rant hesaplaşmasının ötesine taşımak, halkın demokrasi ve özgürlükler talepli mücadelesine dönüştürmek için bir dakika bile kaybedecek zamanımız yoktur, olamaz.
Bugün, sermayenin en bağnaz kesiminin iktidarı olarak, faşist uygulamalarla, resmi devlet kurumlarının darbesiyle, askeri güçleriyle, ekonomik saldırılarla, önünü almak istediği, ezilenlerin öfkesidir. Had safhaya varan adaletsizlik ve keyfi “hukuk”, geniş yığınların öfkesini mayalıyor. Devrimcilerin, komünistlerin, demokrat ve ilerici kesimlerin, bu öfkeyi, sınıf bilinci ile kucaklayabilmesi hem bu öfkenin örgütlenmesinde hem de doğru siyasal çizgide yol almasında tayin edici olacaktır. Kuşkusuz bu siyaseti somut koşullarla birleştirmek, somut araçları örgütlemekle olanaklıdır. Somut araçlar hazır reçetelerle değil, ihtiyacın ürünü olarak devrimci nitelikle örgütlendiği oranda sonuç alıcı olur. Kapsayıcı politik esneklik, geniş toplumsal kesimlerle bağ kurma, sosyalist-devrimci öznelerin dönemin ihtiyacı olan mücadele platformlarında birleşmesi, karmaşıklaştırılan siyasal ortam içinde, ezilen ve sömürülenlerin kendi siyasal kanallarında mücadele etmenin olanaklarını da ortaya çıkaracaktır. Kitlelerin herhangi bir sermaye gurubunun peşine takılmasının önüne geçmeyi hedefleyerek, halkımızın kendi öz gücüne güvenmesini sağlayacak ortak mücadele iradesi, devrimci mücadele adına, sosyalist demokrasi adına, ezilenlerin ve sömürülenlerin kurtuluşu adına ileri atılan güçlü bir adımdır. Gün, tam da bu gündür. Ya hep beraber ya hiçbirimiz diyebilme ve pratikte bunu becerebilme günüdür.

