
Şeylerin bütün gelişme sürecinde var olan çelişki yasasının içsel bağlaşıklarını açıklamak Maoist bilgi teorisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Bu durum ona bir eleştirel praksis olarak toplumsal kilidi açacak maymuncuk özelliği kazandırmaktadır.
Karşıtların birliğini içsel çelişkileri gözden kaçırarak dışsal çelişkilerin basit ve mekanik bir bileşimi olarak ele alan siyasi anlayışların güz yaprakları gibi savrulduğu bir yüzyılın içerisindeyiz. Devrimci işçi sınıfı hareketi tarihinde süreçlerin kendilerini kendi karşıtlarına dönüştürebilecekleri gerçeğini tam olarak Maoizm sayesinde kavramlaştırabildik. Bir çelişkinin çözülmesi, başka bir çelişkiyi ve onun ortaya çıkardığı yeni bir olguya işarettir. Bu anlamda yine Mao sayesinde çelişkinin sonsuzluğunu ve karşıt taraflarının hareket boyunca birbirleriyle yer değiştirebilecekleri gerçeğini daha iyi kavrayabiliyoruz. Böylelikle devrimci proletarya sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin başarıyla yürütülmesi konusunda yeni ideolojik ve politik silahlarla donanmış oldu. Devrimci iktidar var olan toplumsal yapının zıddına dönüşümüdür. Ama zamanla devrimci iktidarın tekrar kendi zıddına dönüşmesi ihtimalleri vardır. Bu tez reel sosyalizm deneyimleriyle kanıtlanmış bir durumdadır. Tabi ki bu süreç tekrar devrimci bir iktidar ile kendi zıddına dönüşmeye devam edecektir. Maoist siyasanın en büyük özelliğinin eleştirel praksis olmasının nedeni böyle bir toplumsal devinimi sağlayan çelişki yasalarına hakimiyetidir. Marksizmin kendisi zaten eleştirel bir praksis özellik gösterir ama Mao ile birlikte bu süreç derinliğine bir kavrayış üzerinden sadeleştirilmiştir.
Bu gerçeklikten hareketle Maoizmin, Lenin ile başlayan Marksizm’e siyasal praksis kazandırma çabasının doruğu olduğunu ileri sürebiliriz. Mesela parti içi iki çizgi mücadele anlayışı ve kültür devriminin kendisi bile Marksist praksisi ideolojik ve siyasi olarak gerili tutma pratiği olarak okunmalıdır. Kültür devrimi toplumsal üst yapının alt yapıya müdahalesi şeklinde geliştiği için Marksizm’e yönelik ekonomik deterministçi olduğu yönündeki saldırıları da boşa çıkaran bir pratik olmuştur. Mao’da diyalektiğin Marks da olduğu gibi dikey ve helezonik olmadığı, aksine kendisini tekrar eden kapalı bir daire gibi hareket ettiği yönündeki iddialar birer iftiradan ibarettir.
Sınıflı toplumun ekonomi politiği sadece tam olarak dönüşüp ortadan kalkmadıkça ve hatta üst yapıdaki ideolojik, kültür ve alışkanlıklar tamamen yok olmadıkça süreçler kendi karşıtlarına dönüşebilir. Mao bu sürecin bu boyutuyla sonsuz olduğunu söylemiyor. Çelişkinin ve onların karşılıklı etkileşimin sonsuz olduğunu söylüyor. Örgütsel bir işin muhtevası ile o örgütün sınıfsal niteliği arasında doğrudan bir diyalektik ilişki vardır. Yapılan iş ve savunulan düşünce bir kurumun sosyal dokusunu zamanla değiştirebileceği gibi, sosyal dokusu değişmiş bir kurumda yapılan işin muhtevasını ve savunulan düşüncenin niteliğini değiştirecektir. Bu durum toplumsal alt yapı güçleri ile üst yapı güçleri arasındaki karşılıklı ilişki, çelişme, değişim ve belirlenim ilkesiyle bilimsel olarak açıklanabilmektedir. Sadece örgütü dışındaki dünyayı eleştirel bir dünya olarak gören ama onu da doğru dürüst yapamayan anlayışlar Mao öncesi siyaseti aşamamış anlayışlardır. Örgütsel kültürde, teoride ve siyasette Mao öncesine geri dönüş eğilimlerini sadece bilinç öğesi ile açıklayamayız.
Evet doğrudur, postmodern yapay gerçeklik üretimleri nedeniyle gerçekliğin doğasına dair algının dumura uğradığı bir çağın içindeyiz. Her şey eskisinden çok fazla değişti. Ve bu durum dünyanın geri kalanından bağımsız bir sosyal varlık olmayan devrimci hareketin insan rezervlerini önemli bir oranda etkilemişe benziyor. Bilinç, verili gerçek dünyanın egemen bilincinden kopup özgürleşemediği için bu değişimlerin hangisinin saçma ve gerekirci olduğunu doğal olarak ayırt edemeyecektir. Günümüzdeki devrimci siyaset, bilgi ve kültür dünyasında yaşanan karmaşanın bir nedeni de budur. Ama okuyucularımızın sınıf bilinçli kesimleri de kabul eder ki biz Marksistler her şeyi bilinç ile açıklayamayız. Evet maddenin yansıması olarak bilinç maddeyi praksis yoluyla yeniden değiştirir ama bilinç bütün gözeneklerine kadar maddenin hükmü ve belirlenimi altındadır. Bu nedenle siyaset, bilgi teorisi, ideoloji ve kültür alanındaki bütün karmaşık ve açıklanamaz gibi görünen fenomenlerin sebebini anlamak için o kurumsal alanın sınıf dokusunun titizlikle incelenmesi gerekir.
Zaten Marksist düşünce biçiminden uzaklaşmanın en temel biçimi; olay ve olguların altında ekonomik sınıfsal sebepler aramaktan vaz geçmek gelmektedir. Tabii ki bu aynı zamanda Marksizmin özünden uzaklaşmak anlamına da geliyor. Bu idealist anlayışın devrimci saflarda son yıllarda belirgin bir yaygın eğilim gösterdiği gözlemlenmektedir. Çünkü yaşamın her alanında olduğu gibi postmodernizmin Marksizm üzerinde de çok ciddi yapısal etkileri vardır. Marksizm adeta postmodern döneklerin daimî nişangâhı gibidir. Çünkü toplumu kapitalist sermayenin çağımızda değişen ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırmak için binlerce yıllık insanlık tarihinin biricik bütünlüklü anlama yöntemi olan Marksizm’in özünün çarpıtılarak bilinçlerin dumura uğratılması gerekiyor. Toplumun tarih bilincini bozmadan ve değiştirmeden toplumu yapay olarak istenilen yönde değiştirebilmenin mümkün olmadığını biliyoruz. Biz aynı zamanda bu ilkenin aynısını devrimci örgütlerin kısmen geçirdiği postmodern değişim süreçleri içinde ön görebiliriz.
Günümüzde sosyalist demokrasi mücadelesinin örgütsel formasyonunda güçlü bir eğilim olarak ortaya çıkan örgüt- birey, örgüt -bilgi ve örgüt -eleştiri mekanizmasındaki birçok sapmanın altında bu bahsettiğimiz sebepler yatmaktadır. Mesela bilimsel eleştiriyi örgütsel tehdit olarak algılamak. Örgütsel ilişkilerde biat etmeyi talep etmek ve hatta bunun için apolitik yöntemlerle zorlamak. Ve her şeyden önemlisi sınıfsallığı önceleyen bilimsel eleştiriyi devrimci bir iş ve emek faaliyeti olarak görmemek yaklaşımları masaya yatırılarak özel olarak incelenebilir. Postmodernizmin seçkin bireyin rolünü tanrısal dokunulmazlık alanı olarak ilan ettiği gerçeğini bir kenara koyarsak, her şeyden önemlisi bu örgütsel paradigmaların beslendiği sınıf kökenlerinin incelenmesinin bizlere kazandıracağı açıktır.
Marksizm’i ve onun üçüncü nitel bir aşaması olan Maoizmi eleştirel bir praksis olarak gören doğru anlayışlar açısından tabii ki bir sorun yoktur. Eleştirel bir felsefe, siyasa ve pratikten beslenen bir praksisin kendisinin komünistler açısından sorun olması abeste iştigal bir durum olacaktır. Peki biz Ortadoğu toplumlarının eleştiriyi sevmediğini biliyoruz ama neden bazı sosyalist demokrasi örgütlerinin kadroları da böyle davranır? Bize göre; bu durumu açıklamak için önce çevremizdeki dünyayı bir parça açıklamakla işe başlamak gerekir.
Bilindiği gibi son yıllarda Marksizm’e dönük en büyük saldırılar, onun toplumsal olay ve olguları ekonomik ve sınıfsal olgularla ilişkilendirip açıklama biçimine yönelik gerçekleştirilmektedir. Marksizm’e sözde hayran birçok Profesör Marksizmin tarih anlayışını ekonomik indirgemeci (Determinist) ilan etme yarışına girmiş görünüyor. Bu burjuva baylara göre; toplumsal süreçlerin içinde hareket eden olguların her zaman sınıfsal nedenleri bulunmaz. Bunların gösterdiği en absürt örneklerden birisi de tarihte bireysel aşk yüzünden yaşanmış bazı savaşların olduğuna dair saçma inanıştır. Halbuki bir kralın bir Prensese yönelik bireysel ihtirası yüzünden hiçbir sınıf ve ulus birbirleriyle kanlı bir boğazlaşmaya girmez. Mesela tarihte Osmanlı’nın Kırım yarımadasını kaybedişinin altında Vezir-i Azam Baltacı Mehmet Paşa’nın Rus Kraliçesi Katerina’nın çadırını “bir gece gizlice ziyaret etmesinde” arayan anlayışlar atom altında yeni bir parçacık bulduğunu zanneden meczuplara benzemektedirler.
Orta Çağ cadı kazanından yeniden hortlatılan bütün bu postmodernist anlayışlar maddi dünyanın sınıfsal gerçekliğinin ve onun diyalektik işleyişinin üstünü örten bir örtü görevi görmektedir. İşte tamda buradan konumuza dönersek; eleştirinin eleştirisi yerine eleştirinin günaha çağrı olarak görülmesi, örgütsel ilişkilenişte bireylerden biat beklentisi, bilgiyi değiştirip işlemenin ya da nitelikli kafa emeğinin bir emek ve değerden sayılmaması, söz, yetki ve kararın örgütsel yetki ve bürokratik imtiyaza zimmetlenmesi, örgütsel ilişkilerdeki politik içeriğin zayıflaması ve bunun yerini klik çıkarlarından beslenen kafa – kol ve klan ilişkilerinin alması gibi örgütsel kültürde yaşanan değişime karşı ideolojik direniş odaklarının zayıflamasının başında sosyal süreçlerin içinde hareket eden olguların altında yatan sınıfsal sebepleri gören felsefi ve politik gözün körelmesi gelmektedir. Biz Maoistlere göre; bilimsel devrimci eleştiriler ve çözüm önerileri karşısında proleter nitelikli bir olgunun zayıflaması mümkün değildir. Bize göre böyle bir durumda zayıflayan muhtemelen burjuva ve küçük burjuva sosyalizmi olmalıdır. Çünkü kendisiyle birlikte bütün sınıfları tarihsel bir uyku ve sönümlenmeye götürmeye yazgılanmış ve bunun için gerçek dünyada nesnel karşılığı olan bir yol bulmaya kendisini adamış devrimci bir sınıfın bilimsel her türlü eleştiriyi sevdiğinden eminiz.
Proletaryanın demokrasi anlayışının Lenin’in deyimiyle; Batı Avrupa’nın burjuva demokrasilerinden milyonlarca kez demokratik olduğu gerçeği buralardan ileri gelmektedir. Mao proletarya siyasasının sınırlarını parti ve kitleler nezdinde daha da geliştirmekte kalmamış, aynı zamanda dünyanın geri kalanına uygulana bilinir hale getirmiştir. Bizim tarihsel tecrübelerimize göre; özgür irade, seçim ve gönüllü birlik yerine biat etmeyi örgütsel kültür haline getirmek isteyen ve ayrıca eleştiri konusunda Mao öncesi sosyalizmine yönelik geri dönüş eğilimlerinin altında küçük burjuva sınıf çıkarları yatmaktadır. Çünkü proleter bilgi teorisinin yıkacağı tek kale objektif olarak her türden burjuva imtiyazların istiflendiği kumdan kalelerdir. Mao devrimci felsefenin sınırlarını geliştirmekle ancak proleter demokrasinin sınırlarını geliştirme imkanını bulmuştu. Yani Mao yoldaş tarafından bilginin pratik ile olan sorunlarının kendi çağının koşullarında en ileri düzeyde çözümlenmesi, bu ilerleme ve genişleme sistematiğinin ana dinamosunu teşkil etmektedir. Teori ve pratik arasındaki ontolojik uygunluk ve yakınlık mesafesini iyi ayarlama durumu birçok alanda başarıyı getirmiştir. Maoist siyaseti devrimci halk praksisi olarak sembolik salon aksesuarlarından daha fazla bir şey yapan öz bu ontolojik uygunluk ilkesinde gizlidir.
Sınıflı toplum içerisinde siyaset ontolojisinin yönünü tayin edebilmek için bilgi ile eleştirel bir ilişkilenme gerekiyor. Pratiģimizin teorimizle uyumlu olup olmadığını ya da teorik ve pratik bütünlüğümüzün ontolojik kaynaklarımızdan uzaklaşıp uzaklaşmadığını anlamamızı tek yolu eleştirel bilgi teorisidir. Onaylayıcı, tümelden kopartıcı, biat edici ve mutlak kör inancın ve her şeyden önemlisi ahlakçı bakış açılarının böyle bir şeyi asla başaramayacağı apaçık ortadadır. Bu nedenle bilimsel eleştirileri anlamak, onları eleştirmek ve onlardan öğrenmek yerine onları kent küçük burjuvazisi ya da köylü tarzı ile dezenformasyona uğratmak siyasal gericiliktir. Burada gözetilen proletaryanın değil, bilakis küçük burjuvazinin örgütsel çıkarlarıdır. Küçük burjuvazi kendi iktidarını bütün halkın iktidarı olarak ilan ettiği için devrimci eleştiriler karşısında kutsallık ipine sarılmaktadır. Bu durum tarihsel tecrübelerle alabildiğince sabittir.
Devrimcilik yetki ve makam ile gelebilecek bir şey değildir. Aynı zamanda bilgi de yetki ile kazanılabilinecek bir olgu değildir. Bir alanda yeteneği ölçüsünde yetkinleşmek ya da en genel ifadeyle devrimci olmanın biricik yolu doğal yollardan gelişen toplumsal selleksiyondur. Bu tabii ki düşe kalka olur. İyi ile kötü, zaaf ile erdem, hata ile doğru ve korkuyla cesaret çelişkisel bir birlik halinde kıyasıya mücadele halindedir. Hatta sosyal ihanet ile kahramanca tutum ve toplumsal/bireysel suç ile evrensel normlara uygunluk gibi zıt kategorilerinde devrimci oluşma halinin diyalektik olanaklılığının kapsamına alınmasından tarafız. Aksi taktirde Rus proletaryasının egemenlik araçlarının tarihsel dayanağı olan 1905 devriminde Potemkin Zırhlısının oynadığı tarihsel rolü ne ile açıklayacağız? Yine 1917 Ekim Devrimi’nde 1. Paylaşım Savaşı siperlerinden kaçan bazı Çarlık askeri birliklerin Bolşevik Devrimi’n ilk işaretleri olarak çarın karargahı olan Kışlık Saray ateş altına almaları bizlere bu yönde yeterince tarihsel kanıtlar vermektedir. Devrimciliğin gerçekte oluşma, ayakta kalma ve devamını belirleyen biricik tarihsel materyalist olanak bu doğal yollardan gelişen toplumsal seleksiyondur. Tarih içerisinde salt yetki paylaşımı ile ortaya çıkan gerçek bir devrimcinin varlığını kabul etmek Marks öncesi tarih anlayışına yeniden geri dönmek gibi bir şeydir…

