Connect with us

Editörün Seçtikleri

Son Süreçteki Kitle Hareketlerine Kısa Bir Bakış

İki burjuva klik arasındaki iktidar dalaşı ve bu dalaştan dolayı Gezi’den bu yana sessizliğe gömülüp sinen kitlelerin tekrar sokaklara ve meydanlara çıkmasına vesile oldu. Kitlelerin evlerinden çıkıp sokaklara ve meydanlara dolması gerçeğini önemsemeliyiz. Çünkü, kitlerin üzerlerindeki korku duvarının çatlamaya başladığının bizlere göstermektedir.

Emperyalist-kapitalizmin krizi derinleştikçe, emperyalist savaşların bilançosu arttıkça, yoksul emekçi kitlelerin kazanılmış olan haklarının gaspları da gün geçtikçe artarak devam ediyor ve emekçilerin yaşamlarını dayanılmaz hale getiriyor. Bu hak gasbı saldırılarına karşı, haklarını korumak isteyen yoksul emekçi kitleleri de sokaklara ve meydanlara inerek seslerini yükseltiyorlar. Bu sokakları ve meydanları dolduran kitleler ne yazık ki, devrimci-komünist önderliklerden mahrum oldukları için kavgalarını krizin esas sahiplerine karşı değil, onların temsilcisi konumundaki hükümetler, hükümetteki belirli yetkililer ve hazırlanan gasp yasalarının geri çekilmesi talepleriyle sınırlı tutmaktadırlar. Bu da gayet doğal bir sonuçtur. Çünkü devrimci-komünist önderlikten mahrum bu kendiliğinden gelen kitle hareketlerinin doğası ve karakterinden gelmektedir. Kendiliğinden gelen hareketler iktidar hedefi gütmez, ekonomik, sosyal ve kültürel taleplerin kazanılmasını veya korunmasını hedefler. Bu tip hareketlerin hedefi çoğunlukla bunlarla sınırlıdır. Bu nedenle kimi yerlerde (en son Nepal örneğinde gördüğümüz gibi) eylemler kanlı bir boyut kazansa bile, kitlelerin sokak ve meydanlara inmesine neden olan gasplarla ilgili hükumetler veya diktatörlükler tarafından atılan birkaç geri adım veya manipülatif sözle sönümlenmekte ve geri çekilmektedir. İktidarların yeni bir hak gasbı saldırısı başladığında yeniden harekete geçmektedir. Bu rutine dönüşmenin en somut ve çarpıcı örneği Fransa’dır.

Eski tarihlere gitmeye gerek yok. Hafızalarımızda halen tazeliğini koruyan yakın tarih olarak, 2018’de, çalışan emekçi kitlelerin haklarının gaspına yönelik kapsamlı saldırı politikaları hazırlanırken, bu gaspların hedefindeki Fransız çiftçileri, mazot sübvansiyonlarının kaldırılması ve vergilerin artırılmasına karşı haklarını korumak için harekete geçip traktörleriyle bütün yolları kapattılar, kentlerin sokak ve meydanlarını traktörleriyle işgal ettiler. Bu hareket süreç içerisinde özellikle öğrenci gençliğin de sokağa inmesiyle büyüdü. Öğrenci gençliğin sokağa inmesiyle eylemin başlangıcında etkin olan Le Pen’ci gerici-ırkçı egemenlik kırıldı ve eylem ilerici-demokratik bir siyasal kimlik almaya başladı. Bu sürece kadar seyirci konumunda kalan sendikalar, tabanlarının zorlaması, oturdukları yönetici koltuklarını kaybetmemek, siyasal ve toplumsal itibarlarını korumak için göstermelikte olsa eylemi desteklemek için sokak ve meydanlara indi, grevler ve iş yavaşlatma eylemlilikleri düzenlediler. Bu eylem bir yılı aşkın süre kâh yükselerek, kâh gerileyerek sürdü. Ve sonuç, hazırlanan hak gasbı politikalarının kimi ağır kısımlarının revize edilmesi sonucu eylem sönümlendi. Ancak her ne biçimde sonuçlanırsa sonuçlansın, Fransa’da sınıf mücadelesine yeni bir sayfa ekledi, yeni bir kitlesel deneyim ortaya çıktı.

Hakeza, 2021’de ağırlıklı olarak emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılması, çalışma hayatına yeni katılacak olan gençlere yönelik hazırlanan yasaya karşıda birkaç ayı bulan eylemlilikler gerçekleştirildi. Ancak hazırlanan yasadan gençlere yönelik düzenlemenin çıkarılması sonucu eylemlilikler sonlandırıldı ve emeklilik yaşı 64’e çıkarıldı.

Fransa, mevcut kapitalist ekonomik krizi en yoğun yaşayan emperyalist ülkelerden birisi. AB Merkez Bankası verilerine göre Fransa’nın 2024 yılı bütçe açığı 5.8 milyar Euro. Ulusal borcu ise, AB kriterlerinin (kriter bütçenin en fazla yüzde 2’si olması yönünde) çok üstünde, 3.3 Trilyon Euro.

Bu devasa açığı kapatmak için hazırlanan 2026 bütçe taslağı 44 Milyar Euro tasarrufu hedefliyordu. Bu tasarruf paketi, ek vergiler ve vergilerde artışı, ücretlerde sınırlama, başta sağlık, eğitim ve konaklama olmak üzere yapılan sosyal yardımların bir kısmının düşürülmesi ve bir kısmının da kaldırılmasını içeriyordu. Artı çalışanların sırtından daha fazla gelir elde etmek için iki bayram tatilinin kaldırılmasını hedefliyordu.

Hazırlanan bu bütçe tasarısına karşı Ağustos’ta kitleler yeniden sokak ve meydanları doldurmaya başladı. Giderek büyüdü ve ‘’Her Şeyi Durdur’’ hedefiyle özellikle ulaşım, sağlık ve eğitim sektörlerinde grevler gerçekleştirildi ve öğrenci gençliğin boykotlarıyla eylemlilikler yeni bir boyut kazandı. Polisin bütün zorbalıklarına karşı kitlenin dinmeyen öfkesi Başbakan Bayrou’nun koltuğunu sarstı ve muhalefetin de zorlamasıyla hükümeti güven oylamasına mecbur bıraktı.

Meclisten güvenoyu alamayan hükümet düştü. Yeni hükümeti kurmak için görevlendirilen Sebastien Lecornu’da selefleri gibi kitleleri yatıştırmak ve eylemleri geriletmek için toplumun gazını alacak sözler etti. Ancak ettiği sözler çokta etkili olmadı ve 10 Eylül’de hemen hemen bütün iş kollarını kapsayan grevler düzenlendi. 80 bin polisin bastırmak için görevlendirildiği sokak, meydan ve okullardaki kitle eylemleri, polisin tüm vahşet saldırılarına karşın kitlelerin kararlılığını kıramadı. ‘’Çalışanların onuru ve iyi bir dünya için buradayız’’ diyen ve 1 milyonu aşkın katılımın olduğu bu eylemlilikler şimdilik bekle-gör sürecine girse de tarihsel olarak militan mücadele geleneğine sahip olan Fransız emekçi kitleleri yeniden sokakları kavga alanına dönüştürmek için teyakkuz halinde yeni hükümetin atacağı adımları beklemektedir.

İktidarı Sarsan ve Yönetimi Değiştiren Nepal Halklarının Kararlı Mücadelesidir

Nepal söz konusu olduğunda, tartışmanın ve değerlendirmenin odağına doğal olarak eski devleti kökünden yıkıp, yerine emekçi kitlelerin iktidarını kurmak mı, yoksa iktidarı kendi içinde dönüştürmek mi sorunsalı oturur. Yani devrim mi, reformizm mi? Her ne kadar bu sorunsalın cevabı Marks ve Engels tarafından 1848’de Komünist Manifesto’da kesin ve net bir şekilde verilmişse de özellikle 1980’ler sürecinde ortaya çıkan ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrası giderek devrimci-komünist hareketleri de etkisi altın alan Post-Marksizm, ne yazık ki, 1848’de verilen devrim cevabını çeşitli kılıf ve ideolojik argümanlarla kafalarda erozyona uğrattı. Yakın tarih açısından bunun en somut örneği ise, Nepal’dir. Bu anlamda Nepal pratiği, özellikle Maoistler tarafından incelenmeyi ve perspektifler oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Bu başlı başına ayrı bir görev olmakla birlikte, yazımız kapsamında bugünkü sonuçları doğuran tarihe kısaca da olsa değinmekte yarar var.

1995’de Baburam Bahattari, Pushpa Kamal Dahal (Parachanda), Guarov ve Kiran gibi Maoistlerin önderliğinde kurulan NKP(M), parlamentarizmi reddetmiş, reformizme net ve keskin karşı çıkmış, Nepal emekçi halklarının kurtuluşu için Demokratik Halk Devriminin zorunlu olduğunu ve Mao’nun Yeni Demokratik Devrimi ve Halk savaşı perspektifini kendisine rehber aldığını dünya halklarına deklare etmişti. Bir yıl kadar sonra da 1996’da Halk Savaşını başlatmıştı. Kısa sürede Nepal’in köylü yığınları arasında kök salarak büyüdü. Kızıl Siyasal İktidarlar kurarak ilerleyen NKP(M), bölge ve dünya halklarında büyük bir heyecan, coşku ve umut yaratarak 2005’te başkent Katmandu’nun kapılarına dayandı. Krallık ve Nepal egemen sınıfları bu gelişme karşısında kendi içlerinde çözülme ve parçalanmaya başladı. Dahası o dönem prens olan Gyanendra Şah, bütün ailesini katlederek başa geçmişti. Yani bütün koşullar devrimin zaferini koşulluyor ve zeminini oluşturuyordu. Bu durum, doğal olarak başta Nepal köylü yığınları ve emekçileri olmak üzere uluslararası devrimci ve Maoist hareketlerin devrimin zaferi haberine kulaklarını kabartmasına vesile oldu. Devrimin zaferi haberi beklenirken, barış görüşmesi haberi kaygılara dönüşmeye başladı. Bu yolun tercih nedeni de, teorisyenliğini Bahatari ve Parachanda’nın yaptığı Nepal’in ekonomik gelişim seviyesi Demokratik Halk Devrimi ekonomi-politikasını uygulayarak buradan sosyalizme geçişe uygun olmadığı, bölgenin iki yayılmacı gücü arasına sıkışmış olan ülkenin Demokratik Halk İktidarını kurması halinde bu iki ülke tarafından, özellikle de Hindistan tarafından işgalle boğulacağını, bu kaderi yaşamamak için doğal olarak Nepal’e özgü bir yol olarak barış içinde bir devrimin zorunlu olduğu stratejisiydi. Bu strateji devrimden vazgeçişti. Katmandu kapılarına dayanan devrimi, boğmaktı. Öylede oldu. Kızıl Siyasal İktidarlar döneminde el konulan toprak ağaları ve kast sınıfının toprakları ve malları iade edilmeye başlandı, Halk Ordusu elindeki silahları BM gözetimindeki depolara teslim etti ve parça parça egemen sınıf ordusuna entegre edilerek halk ordusu tasfiye edildi. (İmralı’da oluşturulan barış ve silahları bırakıp düzene entegre olma çizgisiyle Nepal’deki bu pratiğin bu kadar uyuşuyor olması aynı Post-Marksizm’den besleniyor olmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla aynı sonuçları doğurması da kaçınılmazdır. Nihayetinde aynı yoldan yürüdükçe farklı bir yere varılmaz. Hep aynı yere varılır, deyip konumuza dönelim)

2008’de yeni anayasa yapıldı, monarşi lağvedilerek Cumhuriyet ilan edildi ve seçimlere gidildi. Devrim ve kurtuluş heyecanı ve umuduyla NKP(M)’nin ve diğer devrimci örgütlerin etrafında kümelenen emekçi ve köylü kitleler ilk seçimde gelen sekiz örgütten oluşan Birleşik Cephe’yi hükümet kurması için seçti. Ancak Parachanda’nın başbakanlığını üstlendiği bu hükümet vadettiklerinin hiç birisini gerçekleştiremediği gibi, eski yozlaşmış düzeni devam ettirdi. Egemen burjuva-feodal sınıflarla uzlaşanlar, kendilerine hangi sıfatı takarlarsa taksınlar, hangi ideolojik adı verirlerse versinler, çürümüş olan eski egemen sınıfının iktidarını devam ettirmekten öteye gidemezler. Yeni ayrıcalıklı sınıf olarak gerici çürümüş düzenin yeniden üreticisi olurlar. İktidara ortak olan Parachanda ve kliği ve sonrası yoksul Nepal köylüsü ve emekçi halkı giderek yoksullaştı. Geçimlerini sağlamak için Hindistan, Çin, Malezya gibi ülkelere çalışmaya göçtüler.

Ekonomik yıkıntı yaşayan her burjuva gerici iktidarlar gibi Nepal gerici iktidarı da çareyi IMF’de aradı. IMF ile imzalanan “Uzatılmış Kredi Kolaylığı” (ECF) programı çerçevesinde vergi gelirlerini artırmak için yoksul köylü ve emekçi halkların emeklerini gasp etme yasalarına başvurdu. Giderek yoksullaşan halk IMF ile yapılan bu anlaşmadan sonra öfkelenmeye ve bu öfkelerini sokaklara taşıyarak sesini yükseltmeye başladı. Dijital platformlara yönelik yaptırım düzenlemesi bardağı taşıran son damla oldu. Kitleler sokakları ve meydanları savaş alanına çevirdi. İktidar polisini halkın üzerine sürdü ve kanlı süreç başladı. Her ölüm haberinden sonra kitleler daha büyük bir öfkeyle saldırdı. Meclise yürüdüler ve orayı yaktılar. Bakanların ve milletvekillerinin evlerine yürüdüler ve evlerini-saraylarını yaktılar. Maliye bakanı gibi yakaladıklarını sokak ortasında dövdüler. Başbakan Prasad Sharma Oli helikopterle kaçmak zorunda kaldı. Sonrasında istifa etti. Yerine cumhurbaşkanı tarafından yolsuzlukla mücadele konusunda ünlenen ve güvenilen Yüksek Mahkeme Başyargıcı Suchila Karki görevlendirildi.

Ki, bu başbakanlığa getirilen Karki, Hindistan yanlısı olarak bilinir. Öteden beri Nepal üzerinde egemenlik kurmaya çalışan Çin ve Hindistan çatışmasında Hindistan’ın eli kanlı faşist diktatörü Modi’nin ve temsil ettiği Hind burjuvazisinin kitlelerin ayaklanmasındaki rolünü ortaya koymaktadır.

Parachanda’nın devrimi boğan çizgisine karşı çıkıp partiden ayrılan Guarav’ın başını çektiği Nepal Devrimci Komünist Partisi yaptığı açıklama da bu hareketi spontane bir hareket, statükocu ve erici güçler arasında geçen çatışma olarak değerlendiriyor ve 18 Haziran’dan bu yana yolsuzlukla mücadele kampanyasını yürüttüklerini belirtiyor.

Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin darlığı ve zayıflığı ortaya çıkan kitle eylemleri üzerindeki etkisi ve inisiyatifinin de zayıf olmasını doğurmaktadır. Bu nedenle NDKP yerine, kral taraftarı olarak bilinen sosyal medya fenomeni Sudan Gurung ve bunun kurduğu Hami Nepal kitle üzerinde daha etkin oldu. Ki, ülkedeki yolsuzluklar, ekonomik girdabın kitlede yarattığı öfkeyi yönlendirmek için eski kral Gyanandra Şah ve yanlısı olan Rastriya Prajatantra Partisi kitleleri harekete geçirip Kralı yeniden başa geçirmek için fırsat kolluyordu.

Yoksulluk, yolsuzluk, kayırmacılık ve üstüne kanlarını son damlasına kadar emecek olan IMF anlaşması kitleleri harekete geçirdi. Ancak örgütsüzdüler ve iktidar perspektifinden yoksundular. Dolayısıyla eski hükümetin gönderilmesi ve yerine başka birisinin atanması, öfkelerini yatıştırdı ve evlerine geri çekilmelerini sağladı. Ancak şunu bilmek gerekir ki, hiçbir gerici iktidar halkların dertlerini çözmez. Gerici iktidarlar var oldukça, dertleri katlanarak artar. Yeniden öfke biriktirirler ve bu öfke birikimi taşma noktasına vardığında herhangi bir gerekçeyle yeniden ayaklanırlar. Bu dünyanın her tarafında böyledir. Nepal halkı kurulacak olan hükümet temsilcilerine güvenerek nasıl geri çekildiyse, tarihin belirli bir aşamasında yeniden egemenlere korkulu rüyalar gördürecektir. Mesele Nepalli komünist-devrimci güçlerin bu sürece hazır olması, dahası bu süreci iktidar perspektifiyle bizzat örgütlemeleri, hazırlamaları ve vakti geldiğinde de Katmandu kapısında boğdurulan devrimi dirilterek zaferle taçlandırıp taçlandıramayacaklarıdır.

Nepal ve Endonezya’da Benzer Olaylar ve Benzer Pratikler

Düşük ücretler, yüksek vergiler ve işsizlik Endonezya halkı için dayanılmaz boyutlar da olmasına karşın, milletvekillerine tanınan ayrıcalık ve maddi olanakların artırılması için hazırlanan yasa öfke seline dönüştü ve sokak ve meydanlara aktı. 28 Ağustos’ta yasayı protesto etmek üzere parlamento önünde toplanan halkın üzerine polisin saldırtılması halkın öfkesini iyiden iyiye büyüttü. 21 yaşındaki motosiklet taksi şoförü Affan Kurniawan’ın polis otosu tarafından ezilerek katledilmesi ve bu olayın videosunun sosyal medyada yayınlanması, öfkenin patlamasına neden oldu. İsyan, başkent Jakarta’dan çıkıp ülkenin diğer kentlerine dalga dalga yayılmaya başladı. Cebelles adasının en büyük kenti olan Makassar halkı meclis binasını basarak ateşe verdi. Jakarta’da polis merkezi ve milletvekilleriyle bir bakanın evleri ateşe verildi. İktidar Polis zulmüyle durduramadığı kitleleri vaatlerle yatıştırma yolunu seçti. Açlığın, yoksulluğun yarattığı ve yürek kafesinde büyüttüğü öfke seli kendiliğinden hareketlerin varacağı sınıra ulaştığında nasıl sonuçlanıyorsa, Endonezya halk isyanı da aynı şekilde sonuçlandı. Ve bu vaatlere inanan halk geri çekildi.

Dünya Genelinde Kitlelerin Tepkisinde Bir Artış Var

Emperyalist-kapitalizmin krizinin faturasının kesildiği halklar, içinde bulunduğumuz 2025 yılı içerisinde birçok ülkede iktidarlarına karşı ayaklandılar. Kemer sıkma politikalarına karşı Gürcistan, Macaristan, Romanya, Sırbistan ve Slovakya bunlardan birkaçıdır. Alman halkı bütçede askeri harcamalarını artırmak ve borçlanma limitini yükseltmek, yükselen yabancı düşmanlığı- ırkçılığa ve Ukrayna savaşına karşı seslerini yükseltiyorlar. Meydanları inleten sesler Alman devletini ve iktidardaki hükümeti zorlamaya başladı.

Amerika halkları da diğer ülkelerdeki halklar gibi ‘’Çekin Ellerinizi Üzerimizden’’ sloganı ve ‘’İşimizden, ekmeğimizden, sağlık hizmetlerimizden, demokrasimizden elinizi çekin’’ talepleriyle Trump yönetiminin hak gasbı girişimlerine karşı 50 eyalette sokaklara çıkarak haykırdı. Kitleler Nisan ayından bu yana 1400 kitle gösterisi düzenledi. Ki, Trump iktidarının Filistin soykırımında Netanyahu’ya verdiği desteğe karşı tüm yasaklamalara ve tehditlere rağmen neredeyse her gün -medyanın haberleştirme engeline ve çarpıtmalarına rağmen küçük çaplı olsalar bile sokaklarda seslerini yükseltmektedirler.

Gözaltına alma, tutuklama, işten çıkarma, işsiz bırakma gibi tehditlerle baskı altına alınıp susturulan Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçi halkları da özellikle 19 Mart İBB’ye yapılan operasyon sonrası süreçte yaratılan korku atmosferini aralamaya başladı. İki burjuva klik arasında yaşanan dalaş, halkın oy vererek seçtiği kişilerin tutuklanmasına varınca, yani iradelerin gaspına varınca o güne kadar susturulan kitlelerin tahammül sınırlarını aştı. Daha önceki dönemlerde provokasyon olur, aramıza radikal örgütler katılır kitleyi radikal eylemlere sürükler aldatmacasıyla kitleleri sokaktan çekip, halkın en demokratik hakkı olan gösteri ve yürüyüşlerini halka yasaklayan burjuva klik, özellikle üniversite gençliğinin polis barikatlarını yarmasıyla sokağı hatırlamak zorunda kaldı. İki seçenekle karşı karşıya geldi. Ya eski politikalarda ısrar edip, halkın biriken ve patlayacak olan öfkesinin kendisi dışında gelişmesine seyirci kalacaktı ya da bu öfkeyi kendi kontrollerine, kitlelerin gücünü arkasına alarak iktidarla kapışacaktı. Barikatları yıkan gençliğin zorlamasıyla ikincisini seçmek zorunda kaldı. Kendisini sultan sanan Erdoğan ve yaveri Bahçeli kliği CHP aracılığıyla her gün sokağa dökülen ve giderek kalabalıklaşan kitleleri ve CHP’yi geriletmek için irade gaspını genişleterek karşı saldırılarını artırdı.

İki burjuva klik arasındaki iktidar dalaşı ve bu dalaştan dolayı Gezi’den bu yana sessizliğe gömülüp sinen kitlelerin tekrar sokaklara ve meydanlara çıkmasına vesile oldu. Kitlelerin evlerinden çıkıp sokaklara ve meydanlara dolması gerçeğini önemsemeliyiz. Çünkü, kitlerin üzerlerindeki korku duvarının çatlamaya başladığının bizlere göstermektedir. Yani devrimci-komünist güçlerin iyice darlaşan kitle bağlarını genişletmesinin koşullarını yaratmaktadır. Bu bizim açımızdan olumlu bir durumdur. Bu olumlu koşulları imkân ve olanaklar zorlanarak kitle çalışmasına yoğunlaşılmalıdır.

Sonuç olarak;

Aktardığımız büyüklü küçüklü halk hareketlerinin hemen hepsinin devrimci-komünist önderliklerden yoksun, kendiliğinden hareketlerdir. Başta da belirttiğimiz gibi Berlin Duvarının yıkılması sonrası ideolojik egemenliği ele geçiren Post-Marksizm devrimci ve komünist güçler üzerinde büyük bir etki yaratmış, ideolojik savrulmalara ve devrim fikri ve tasavvurunda kırılmalara yol açtı. Bu savrulma ve kırılma düzen içi reformist, legalist anlayışların içimizde serpilip gelişmesine neden oldu. Serpilip gelişen sağ tasfiyeci dalga, kitlelerde inançsızlık, umutsuzluk ve güvensizlik olarak ortaya çıktı. Devrimci-komünist örgütlerden kopma ve uzaklaşmalar olarak kendisini gösterdi. Kitlelerin kopuş ve uzaklaşmaları devrimci kadroları da etkisi altına alıp, kadroları savurdu. Kitlelerle kadrolar arasındaki bu karşılıklı etkileşim örgütleri dar alanlara sıkıştırdı. Bu durum sadece Türkiye-Kuzey Kürdistan’a has bir olgu değil, bütün ülkelerdeki seyir aynıdır. Bu nedenledir ki, daha önceki tarihlerde oldukça güçlü olan Tunus, Cezayir, Mısır’daki devrimci örgütler Arap Baharı ayaklanmalarında bir varlık ortaya koyamadılar ve o ayaklanmalar emperyalistlerin ve uşaklarının iktidarları yeniden dizayn etmelerinin birer aracına dönüştüler. Bugünde aynı. Yukarıda da anlattığımız halk hareketlerinin olduğu ülkelerde devrimci- komünist güçlerin zayıflığı hareket hangi boyutta olursa olsun eninde sonunda iktidarların kimi geri adımları ve vaatleriyle sönümlenmektedir.

Emperyalist-kapitalizmin krizi giderek derinleşiyor, büyük savaşı naraları atılıyor ve savaş için askeri hazırlıklar yapılıyor. Buna karşı da giderek yükselen halk hareketleri var. Bu gidişat devrimci-komünist güçlerin önüne şu zorunlu görevleri koymaktadır:

Bir: Öncelikle Post-Marksizmin kirinden pasından arınmak ve devrim, sosyalizm, komünizm perspektifinde ideolojik netlikle durmak.

İki: Bu netliği sınıf mücadelesi arenasında aynı netlikle yürütecek olan örgüt ve partileri inşa etmek, var olanların da kendilerini tökezleten, zayıf düşüren yanlarından kurtulmaları için büyük çabalar harcamak…

Üç: Yine aktardıklarımızdan göründüğü üzere, herhangi bir parti veya örgüt çağrısıyla değil sosyal medya üzerinden yapılan çağrılar ve yayınlarla harekete geçmektedirler. Büz bunu Gezi pratiğimizde de deneyimledik. Sosyal medya özellikle Z kuşağı diye tanımlanan nesil üzerinde oldukça etkili. Bu objektif olguyu görerek, bu alana dönük çalışmalar ve faaliyetleri ertelemeden örgütlemek…

Dört: Ülkeler bazında öncelikle Maoist güçlerin birliği ve hem de devrimci güçlerin “güç ve eylem birlikleri”ni sağlamak, somut çelişkiye uygun araçlarla politik sürece müdahale etmekte.

Beş: Hem bölgesel alanlarda ve hem de uluslararası alanda yine öncelikle Maoist güçlerin Enternasyonal örgütlenmesini, hem de devrimci güçlerden oluşan Enternasyonal birlik ve dayanışma ağlarını oluşturmak için yoğun bir faaliyet yürütmek…

Dünyanın içinden yaşadığımız süreci önümüze bu zorlu ve meşakkatli görevleri koymaktadır. Ya bu görevleri yerine getireceğiz ya da gelişmelerin seyircisi ve gelişmelere eklemlenen küçük gruplar olarak kalacağız.

Devrim, sosyalizm ve komünizm perspektifi tüm devrimci-komünist örgütlere sürecin dayattığı bu beş ana görevi yüklemektedir.

O halde görev başına!..

Bu yazı Halkın Günlüğü Gazetesi‘nin Ekim-2025 tarihli 53. sayısında yayımlanmıştır.



Kasım 2025
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930

More in Editörün Seçtikleri