
Irkçı-Milliyetçi Bir Yapı Olarak MHP/Bu Yapılanma Sadece Bir “Siyasal Parti” midir Sahiden?
Yazının birinci bölümünde sözünü ettiğimiz dönemde önemli bir gelişme daha yaşanır. Kökleri 1948 yılında Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kurulmuş olan “Millet Partisi” ile “Türkiye Köylü Partisi”ne dayanan “Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi” (CKMP) 30 Temmuz- 1 Ağustos 1965 tarihleri arasında bir kongre yapar. Partiye henüz birkaç ay önce katılmış olan Alparslan Türkeş bu kongrede genel başkanlığa seçilir.
Türk ırçılığını konu edindiği “Dokuz Işık” adlı tezlerini de ilk kez, bu partinin 1967 yılında yapılan genel kurultayında açıklar. Türkeş’in bu açıklamasını salonda bulunan ırkçılar “Bozkurt Marşı”nı okuyarak selamlar.
8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yapılan kurultayda ise CKMP’nin adı MHP olarak değiştirilir ve amblemi “Üç Hilal” olur.
Bilindiği gibi Alparsan Türkeş, Türk ırkçılığının ve sivil faşist hareketin simge isimlerinden biridir.
NATO’nun tedrisatından geçmiş bir subay olarak 1960 askeri darbesinde de fiilen yer almış, 25 Eylül 1960’a kadar Milli Birlik Komitesi üyeliği ve Başbaklık Müşteşarlığı yapmıştır.
Darbeciler arasında yaşanan anlaşmazlık nedeniyle 13 Kasım 1960 tarihinde görevlerinden alınan Türkeş, “zorunlu” bir görevle Hindistan’a gönderilmiştir. Hindistan’dan dönüş tarihi ise, 22 Şubat 1963’tür.
“Özel savaş” cihazının etkin bir parçası olarak, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren “sivil” ve de “siyasi” bir kimlikle önemli misyonlar yüklenmiştir.
Onun başında bulunduğu partinin teşvikiyle, 1968 yılında Adana merkezli bir “gençlik örgütü” kurulmuştur. Bu yapılanmanın adı “Genç Ülkücüler Teşkilatı”dır!
1968 yılı tüm dünyada devrimci muhalefetin yükseldiği, gençliğin emperyalizme ve gericiliğe karşı kitlesel olarak ayağa kalktığı bir yıldır.
O yıllar boyunca Türkiye’de de devrimci hareket önemli sıçramalar yapmış ve 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP), 1965 yılında “Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) gibi yeni tipte örgütsel yapılar tarih sahnesine çıkmıştır. 1967’de ise emek örgütü olarak “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu” (DİSK) kurulmuş ve işçi sınıfı içinde etkin olmaya başlamıştır.
Emek örgütlerinin, aydınların ve gençliğin devrimci uyanışı karşısında Türkeş ve ekibi elbette “durumdan vazife çıkarma”da hiç gecikmemiştir!
Zihinlerini gericilik ve ırkçılıkla zehirlediği insanları işte bu “Genç Ülkücüler Teşkilatı” altında toplamış ve uğursuz bir işlevle yükümlendirip devrimci uyanışın karşısına dikmiştir.
Bu yapı kısa sürede 35 ayrı ilde şubeler açmış, 1969 yılında üniversite gençliğini de bünyesine katacak şekilde “Ülkü Ocakları Birliği” adlı çatı örgütüne dönüşmüştür.
MHP ve yan örgütlerinin devlet ve egemen sınıflar nezdinde gücünü, hacmini fersah fersah aşacak bir “siyasal etkinliğe” sahip oluşu; nerede devrimci-demokratik bir kıpırdama varsa devlet güçlerinden önce “özel” ve “sivil” bir yapılanma olarak orada karşı dikilişiyle aldığı rolden gelir. MHP’nin yer yer dinsel itikat öğeleriyle de desteklenen “Turancılık” fikrinin ve “Türk ırkçılığı”nın toplum içinde etkili bir “sivil” damar haline getirilişinin kısa öyküsüdür bu.
70’li yıllar boyunca yaşanan pek çok cinayette, hatta kitlesel katliam ve provokasyonlarda artık doğrudan bu yapı yeralacaktır. Irkçı-gerici bir izanla belirlenmiş olan “Türk”lük, “Müslümanlık” tanımına uymayan herkes, yarı lümpen-yarı mafyatik karekterli bu partinin ve yan kuruluşlarının açıktan hedefidir artık!
MHP’ye ve onun ırkçı-turancı aklına kalacak olursa, Anadolu ve Balkanlar dahil, Kafkaslar’dan orta Asya’ya kadar uzanan geniş topraklar “ezeli ve ebedi Türk yurdu”dur! Gün gelecek, buralarda yaşayan herkes Türk ırkına, onun töresine, inancına -ki bu inanç sadece Sunni İslam’dan ibarettir- ve devletine biat etmek, boyun eğmek zorunda kalacaktır! Buna uymayanların payına ise, o kötü ünlü sloganlarında ifade ettikleri gibi, “Ya Tam Susturacak ya da Kan Kusturacağız!” tehdidi düşecektir.
1970’li yıllara gelindiğinde, aşağıda girdiği seçimlerde aldığı oy oranına karşın iktidar ortaklarından biri olarak boy göstermesinin “sırrı” onun aldığı rolde gizlidir.
12 Ekim 1969 tarihinde yapılan seçimlerde MHP’nin aldığı toplam oy sayısı 275.091’tür. %3’e tekabül eden bu oy oranının karşılığı bir milletvekiliğidir (Adana mv. Alparsalan Türkeş).
14 Ekim 1973 seçimlerindeki oy oranı ise 368.208’dir. Bu oran da %3’e denktir. MHP bu kez vekil sayısını üçe (Ali Fuat Eyüpoğlu – Yozgat, A. Türkeş – Adana, M. Kemal Erkovan – Ankara) çıkarmıştır.
İşte bu oy oranıyla, 31 Mart 1975 tarihinde AP, MSP ve CGP’nin katılımıyla kurulup 21 Haziran 1977 tarihine kadar görevde kalan ve kamuoyunda “1. MC.” (Milli Cephe) hükümeti olarak bilinen hükümetin ortağı olabilmiştir bu parti.
İkinci koalisyon ortaklığı ise bunun hemen ardından, 1977 yılında gelmiştir. 1977’de yapılan seçimlerde aldığı oy sayısı 951.544’e (%6) ulaşan MHP, böylece 16 ilde, 16 milletvekili çıkararak 1977 ile 1978 tarihleri arasında AP ve MSP’nin katılımıyla kurulan 2. MC. Hükümeti’nin ortağı oluyor.
Hükümet ortaklığı yaptığı yıllarda elde ettiği pek çok avantajın yanısıra, artık devlet bürokrasisinde, özellikle de polis ve istihbarat gibi kritik yerlerde kendine doğrudan alanlar açarak aldığı rolleri de çeşitlendiriyor.
Elini iyice güçlendirmiş olarak, 1980 yılına kadar yaşanmış bütün siyasi katliamlarda; Çorum, Sivas, Maraş katliamlarında ve pek çok tekil cinayette ÜOD, ÜGD gibi yan kuruluşlarıyla beraber doğrudan yer alıyor.
Bu yapının karanlık yüzüyle ilgili her şeyin devletin, istihbarat örgütünün, “adalet” kurumlarının, basının, hatta rakip siyasal parti yöneticilerinin bilgisi dahilinde olduğunu ayrıca belirtmiş olalım. Ama MHP yine de “yasal bir parti” olarak kalabiliyor! Etrafında kümelendirdiği pek çok karanlık yapılanma, hatta düpedüz mafya çeteleri ise “milli”, “yerli”, “sivil” siyasi organizasyonlar!
Bütün bu gelişmelerin sonrasında ise, yöneticilerinin en açık haliyle ifade ettikleri gibi, “Fikirlerinin iktidarda, kendilerinin sanık sandalyesinde” oldukları 12 Eylül 1980 askeri faşist diktatörlüğü yılları var zaten.
Bu dönemde MHP ve artık gizlenemez olan kimi suçları hakkında Ankara Sıkıyönetim Savcılığınca bir soruşturma açılıyor, yargılama yapılıyor.
Davaya konu edilen savcılık iddianamesi, mahkeme dosyası incelendiğinde, mızrağın artık çuvala sığmaması nedeniyle MHP ve yöneticilerinin 1980 darbesine kadar ne tür “işler”le iştigal ettiğine ve karanlık bağlantılarına, devletin dahli ve teşviki ayıklanıp bazı yönleriyle yer verildiği görülür.
Bu yapılanmanın Türkiye’de üstlendiği uğursuz misyon, Hitler Almanyası’nın yarı askeri örgütü olan “SA”ların (Kahverengi Gömlekliler) ya da 1919-1943 yılları arası İtalya’da faal olan Benito Mussolini’nin “Kara Gömlekliler” adlı faşist milislerinin üstlendiği misyondan farklı değildir.
Franco’nun İspanya’da kurduğu partinin adının Türkçe karşılığının “Milliyetçi Hareket,” kendisine yakıştırılan “Coudillo” ünvanının ise “Başbuğ” olması da ilginç bir rabıtaya işaret etmektedir sahiden!
Biliyoruz ki, pek çok sosyal, siyasal melanetin altında MHP ve yan kuruluşlarının kanlı, kirli elinin olması asla tesadüf değildir.
Yakın siyasal geçmişte katledilen Prof. Ümit Doğanay, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Ord. Prof. Bedri Karafaikoğlu, Orhan Yavuz, Bedreddin Cömert gibi değerli bilim insanlarının; A. İhsan Özgür, Abdi İpekçi, Ümit Kaftancıoğlu, Recai Ünal gibi basın mesuplarının; Kemal Türkler gibi emek örgütü temsilcilerinin, binlerce devrimci-yurtsever insanımızın kanında bu karanlık ırkçı yapının doğrudan sorumluluğu vardır.
“Parti” görünümlü bu suç örgütüyle ilgili her şey bilinmesine rağmen, sistemin farklı siyasi parti ve hükümetlerinin tam bir ortaklıkla ve kendi yasallıklarını da ayaklar altına alarak görmezden gelmesi tam bir utanç vesilesidir aslında. Öyle ki, geçmişte içişleri bakanlığı yapmış olan CHP’li H. Fehmi Güneş bile, “Devlet Sırrı” diyerek bu “özel yapı”nın cinayetlerinin örtbas edilmesine katkı sunmada hiçbir beis görmemiştir örneğin.
“AKP diktatörlüğü ve onun denetimindeki devlet güç ve itibar kaybı yaşadıkça, MHP, SADAT, hatta D. Perinçek’in “Vatan Partisi” gibi güçlere daha çok muhtaç hale gelmektedir”
İşte bu karanlık faşist yapılanma geçmişte olduğu gibi bugün de, -bu kez Devlet Bahçeli liderliğinde- önüne geleni “vatan hainliği” ile suçlayabilmekte, açıktan ırkçı, halk düşmanı bir yaklaşımla nefret üretmekte, toplumu kutuplaştırmakta, muhalifleri terörle tehdit etmekte, hatta “kan bağı” bulunan mafya çeteleriyle açıktan halvet olup onların meşrulaştırılmasını bile sağlayabilmektedir.
Siyasal, kültürel, örgütsel varlığıyla her türlü kirli ilişkilerin odağında yer alan, yıllarca CİA merkezli özel programların aleti olan bu yapılanmanın “Türk etnik kimliği”ni ve kültürünü ırkçı bir izanla kendi üstüne tapulayıp açıktan istismar konusu yapması ise ayrıca vahimdir. Vahimdir, çünkü sıradan ya da marjinal bir ırkçı hareketten değil, bürokraside, sokakta, düzenin resmi silahlı yapılanmaları içinde güç olmuş, AKP ile hükümet ortaklığını fiilen sürdüren uğursuz bir yapıdan söz ediyoruz.
Bütün bu yapıp ettiklerine, kanlı tarihine baktığımızda, sistemin mevcut yasaları ve Anayasa’sı bakımından bile MHP ve yan kuruluşlarının düpedüz suç örgütü olduğu, derhal kapatılması gerektiği gerçeği ile karşılaşırız.
Öyle anlaşılıyor ki AKP diktatörlüğü ve onun denetimindeki devlet güç ve itibar kaybı yaşadıkça, MHP, SADAT, hatta D. Perinçek’in “Vatan Partisi” gibi güçlere daha çok muhtaç hale gelmektedir. Bu “tahkimat güçleri”ne özellikle karanlık tarikatları ve sokak mafyasını da eklemek gerekiyor elbette.
Türkiye’nin tüm ezilen halkları ve inanç grupları, muhalif kesimleri MHP eliyle ve herkesin gözü önünde açıkça tehdit edilmektedir bugün. Onun lümpen beslemeleri bir yandan sırf Kürt ya da muhalif olduğu için insanları sokaklarda lince tabi tutarken, öte yandan pespaye mafyacılardan, katillerden “kahraman”lar yaratıp toplumsal çürümeye, adaletsizliğe, zorbalığa meşruluk ve derinlik kazandırmaktadır.
Basit ve bilindik bir denklemdir: Bir sistem ne kadar çürürse, toplumu yönetmede o kadar acizleşir ve kendi yasallığını dahi keyfiyetle tepeleyip tiynetine uygun güçlere mahkum olur.
AKP diktatörlüğü ve onun emrindeki devlet bu gün tam da bu çürüme ve yozlaşma halini uç boyutlarıyla yaşamaktadır.
AKP’nin halka, ezilenlere, farklı inanç gruplarına, Kürt ulusu ve diğer azınlıklara, genel olarak yursever-devrimci demokratik dinamiklere karşı düşmanlığı kanlı boyutlara taşıma arzusu her zamankinden daha güçlüdür bu gün. Sömürü, talan, yağma, adaletsizlik, şiddet ve çürüme onun sayesinde sınırlarını çoktan aşmış, utanç verici bir düzeye ulaşmıştır. Bütün toplumsal tepkilere rağmen onu ve yönettiği devleti MHP, SADAT, mafya ve tarikat çeteleri ile ortaklığı güçlendirmeye zorlayan şey tam da bu gerçekliktir işte.
AKP’nin bu gün her yönüyle kıskaca alınmış olan HDP’nin mesnetsiz suçlamalarla kapatılması kampanyasını MHP gibi ırkçı faşist bir yapıya havale etmiş olması, ordunun emrindeki silah ve mühimmatı uyduruk bir düzenlemeyle çeteleşmiş polis ve istihbarat güçlerinin, dolayısıyla da“sivil” faşist odakların, tarikatların “kullanımı”na açması, yedeğinde tuttuğu kanlı bir planı nasıl olgunlaştırdığını göstermektedir.
Son yüz küsür yılda egemenlerin her şeyi yozlaştırıp çürüterek, besledikleri çeteleri kullanarak toplumun başına ne türden belalar açtığı, azınlık halklara-inanç gruplarına, devrimci-demokratik dinamiklere neler yaşattığı bütün tazeliği ile hafızalardadır.
İyiden iyiye şirazesinden çıkarıp yozlaştırdığı resmi zor güçlerine, onlardan rol kapmaya kalkışan MHP gibi suç örgütlerine, şımartıp azmanlaştırdığı tarikat, mafya ve benzeri gerici-paramiliter çetelere bel bağlayıp umut besleyenlerin hiçbir geleceğinin olmadığı da tarihsel tecrübelerle sabittir.
Merak edenler, en azından dönüp “hikmetinden sual olunmaz” Osmanlı sarayının akıbetine; astığı astık, kestiği kestik İttihat ve Terakki şeflerinin nereye ve nasıl kaçtığına bakabilir elbette.









